Askerin bir ayağının siyasetin içinde olduğu, askerî müdahalelerden çok çekmiş bir ülke olarak Mısır’da yaşananlara büyük ilgi duymamız şaşırtıcı değil.Olup bitenlerin farklı şekillerde değerlendirilmesi de çok olağan. Ancak bir kısım değerlendirmelerin sosyal medya üzerinden örgütlü küfür kampanyasıyla ya da başka şekillerde aşağılanması, Türkiye’de ifade özgürlüğü sorunlarının sadece kısıtlayıcı yasalardan kaynaklanmadığını, toplumda farklılığın her türlüsüne saygısızlık eğiliminin hayli güçlü olduğunu bir kez daha gösteriyor.Mısır’da yaşananların kendi çerçevesinde değerlendirilmesinden çıkılıp, bir tür Mısır üzerinden Türkiye tartışmasına dönüşmesinde de yadırganacak bir taraf yok. Bunun olumsuz ve üzücü tarafı, farklı bakış açılarına saygısızlığı ortaya dökmesi, ama olumlu ve sevindirici bir yanı da var. O da, “Demokrasi nedir, ne değildir?” tartışmasını, dolayısıyla demokrasi bilincini geliştirmesi. Zira 60 yılı aşan tecrübelerimize rağmen demokrasinin ne olduğu konusunda ittifaktan hâlâ çok uzak olduğumuz her vesileyle anlaşılmakta.Uzun yıllar Kemalizm’e bağlı askerin ve yargının vesayeti olmadan demokrasi olamayacağı iddiasıyla ve bunun sonunda gerçekleşen askeri müdahalelerle mücadele etmek zorunda kaldık. Askerî vesayetin ve müdahalelerin, çözdükleri sorunlardan daha büyük sorunlar yarattığına tanık olduk. AKP iktidarıyla Kemalist vesayetin geriletilmesinden sonra ise, demokrasiyi seçimden ibaret gören, seçimde çoğunluğun oyunu alan parti veya liderin, ayağına kuvvetler ayrılığı dolanmadan ülkeyi dilediği gibi yönetebileceğini, halka ancak seçimden seçime hesap vermek durumunda olduğunu ileri süren “sandıkçı” (“demokrasi sadece sandıktır”) zihniyetle mücadele gündeme oturdu. Zamanla vesayetçiler ile sandıkçılar arasında sıkışmayı aşacağımıza, özgürlükçü demokrasiyi yerleştireceğimize güvenim tam.Evet, “çoğunluğun oyunu alan, genel iradeyi temsil eder ve herkes bir sonraki seçime kadar bu iradeye tabi olmak zorundadır” bir tür demokrasi anlayışı olabilir. Ancak bu anlayış, tarihî tecrübelerle sabit olduğu üzere, kaçınılmaz olarak yurttaşların temel hak ve özgürlüklerinin ayaklar altına alındığı çoğunluk diktatörlüğüne götürür. Buna karşı, seçimle gelen hükümet yanında, özgürlüklerin ve çoğulculuğun güven altına alındığı türden demokrasi, kısaca liberal demokrasi, Batı, AB normlarında demokrasi fikri gelişmiştir. Liberal demokrasi mükemmel olmayabilir, geliştirilmeye muhtaç olabilir, ama bugüne kadar daha iyisi bulunmuş değil.Liberal demokrasi, iktidarın rekabetçi seçimlerle belirlenmesi yanında askerin mutlak olarak sivil otoriteye bağlı olduğu; ifade, örgütlenme, inanç başta olmak üzere temel hak ve özgürlüklerin güven altına alındığı; iktidarların halka seçimden seçime değil sürekli hesap verdiği; iktidarın kötüye kullanılmasının kuvvetler ayrılığı, yargı ve medya bağımsızlığı başta olmak üzere denge ve denetim mekanizmalarıyla engellendiği rejimdir. Eğer böyle, özgürlükleri ve çoğulculuğu güven altına alacak bir rejime ihtiyacımız yoksa, niye yeni bir anayasa istiyoruz ki? Demokrasi seçimden ibaretse anayasaya ne gerek var?Başkalarını bilmem. Ben sadece “demokrat” değilim, (yukarıda ana hatlarıyla tanımlanan) liberal demokrasiyi savunuyorum. Ben sadece “liberal” de değilim; sosyal liberalizmi (ya da liberal sosyal demokrasiyi) benimsiyorum. Yani piyasa ekonomisi yanında yasamanın rekabeti ve yurttaşlar arasında fırsat eşitliğini sağlayacak düzenlemeler yapması gereğine inanıyorum. Otuz yıldır yazdıklarım bunların tanığıdır.
↧