Cemil Çiçek, liderler turunun son ve en önemli durağını tamamlarken, “masa”nın yani takip edilen usulün, asıl amacın önüne geçmemesi gerektiğini söylüyor.“En önemli”, çünkü anayasa konusunda ikna edilmesi gereken asıl kişi, Başbakan’ın kendisi. Peki Erdoğan istiyor mu? Bugüne kadar çoktan son noktayı koymamız ve yeni anayasa ile yolumuza devam ediyor olmamız gerekirdi. Sivil toplum ilk defa bu kadar yapıcı ve sorumlu bir görev üstlenmiş ve her yeri ayağa kaldırmıştı. Hiç kimsenin reddedemeyeceği ölçüde şartlar, yeni anayasa için uygundu. CHP ve MHP beklenmedik ölçüde yapıcıydı. BDP, Kürt sorununun çözümüne endeksli “müzakere edilebilir” şartlar ileri sürmüştü. AK Parti, daha işin başında eşit temsil esasına dayanan bir uzlaşma komisyonu oluşturarak, sayısal üstünlüğünden feragat etmiş ve kapıları sonuna kadar açmıştı. Anayasa önerileri Batılı demokrasilere taş çıkartacak bir şeffaflık ve katılım içinde toplanmıştı. 1982 Anayasası’nın utanç verici yükünden kurtulmak ve yeni bir anayasaya sahip olmak konusunda ülkede genel bir beklenti mevcuttu. Neden olmadı?Yeni bir anayasa yapmak, Türkiye’nin demokrasisine ve insan hakları düzenine kurumsal bir yapı kazandırması demek. Belirsizliklerin ortadan kalkması, siyasî ve toplumsal istikrarın kalıcı hale gelmesi ancak yeni anayasa ikliminde mümkün. Bugün kişilere ve kişilerin yeteneklerine bağlı bir istikrarın gölgesinde yaşıyoruz. Yeni anayasa, bu istikrarın kişilerden bağımsız hale gelmesi, kalıcı kurumların sorumluluğuna geçmesi anlamına geliyor. Türkiye mayıs ayının sonlarına yeni anayasası ile girmiş olsaydı, Gezi Parkı eylemleri -kuvvetle muhtemeldir ki- vuku bulmayacaktı. Keyfiliğin olmadığına, hukukun egemen olduğuna dair toplumsal algıya, yeni anayasanın potansiyel katkısını kim inkâr eder. Tamer Çetin’in gazetemizdeki dünkü yazısı, iddiaların aksine ekonomideki kurumlaşmanın toplumdaki (Gezi eylemleri gibi) dalgalanmalara karşı nasıl güçlü bir bağışıklık sistemi oluşturduğunu sağlam argümanlarla gösteriyor. Benzer kurumlaşma hukuk alanında, yani anayasal düzeyde sağlanırsa siyasal alandaki medd ü cezirlere karşı ülke mukavim hale gelecek. Hatta Mısır’ın yankıları ve yansımaları bile bu ölçüde “tartışmaya ve belirsizliğe” açık olmayacak.“Kim?” sorusunun cevabını karizmanın doğasında aramayı deneyelim. Karizma her zaman olağanüstü şartların adamıdır. Düzen ve istikrar içinde yoluna devam eden toplumlarda kahraman yetişmez; bu yüzden demokrasilerin kahramanları yoktur. Kurumlaşmış siyasî yapılar, istikrar bulmuş siyasî düzenler karizmalara inisiyatif alanı bırakmaz. Türkiye karizmatik bir liderle, girdiği dar boğazdan selamete çıktı. Şimdiki sorumuz şu: Başbakan büyüyen karizmasını, yeni bir anayasayı meydana dikecek bir manivelaya dönüştürecek mi? Yaklaşan seçimlerden, üç dönem şartına kadar birçok parametre var. Hepsini dikkate alarak cevap verelim: Yeni anayasal düzende Başbakan’ın karizmatik gücünü sürdürme imkanı var mı? Veya politikanın gerçekler dünyasına dair daha pratik bir soru soralım: Anayasal belirsizlik mi,yoksa yeni bir anayasal düzen mi Erdo-ğan’ın eline daha fazla siyasî koz verir?Başbakan isteseydi, bugüne kadar yepyeni bir anayasal düzende yaşıyor olacaktık. 48 madde üzerinde somut uzlaşma ve çok daha fazlası üzerinde mutabakat var. Hiçbir parti bugüne kadar müzakere masasından kalkmadı. Geri kalanları “ideolojisiz bir anayasa” ısrarı ile devre dışı bırakmak mümkün. Yeni anayasa yapım süreci, bu ideolojik takıntılarla değil, başkanlık sistemi tartışmaları ile tıkanmadı mı? Masa da, anayasa da Başbakan’ın önünde duruyor.
↧