![]()
Attilâ İlhan’ın Gerçekçilik Savaşı adlı yapıtını okuyorum. Öyle, arada bir Attilâ İlhan imzalı kitaplara geri dönerim. İlk basımı 1980’de yapılan Gerçekçilik Savaşı, yıllar önce yazılmış eleştirileri içeriyor. Bazıları gerçekten geçen zamana meydan okumuş eleştiriler.Attilâ Ağbi önsözünde hafiften böbürlenmiş: “Bu konuyu ne zaman düşünsem, eylem sıcaklığının ve telâşının getirdiği bazı sert köşelere, bazı uygulama yanlışlarına rağmen, o günden bu güne uzanan tartışma ve eleştirilerimin hepsini, aynı gönül rahatlığıyla yeniden imzalayabileceğime hükmederim. Bizimki gibi hiçbir düzeni sağlam tutulmamış bir sanat evreninde, bu, galiba az bir şey değildir.”Gerçi Behçet Necatigil, ya da Necati Cumalı’nın Yalnız Kadın’ı için söylediklerine katılmam imkânsız ama, öyle yazıları var ki, Attilâ İlhan gündeşlerinin göremediği tespitlerde bulunmuş. Sözgelimi Sait Faik ve Son Kuşlar.Sait Faik üzerine yazanlar çoğu kez bohemden, âvarelikten, serseri bir yaradılışın tepkilerinden söz açmışlar o dönemde. Sait Faik’in düşüncesi, duyarlığı üzerinde pek durulmamış. (Peyami Safa dışında. Peyami Safa’nın Sait Faik’i haber veren yazısı eleştiri tarihimiz açısından çok değerlidir.)Nisan 1953’te, Attilâ İlhan, Son Kuşlar için yazıyor. “Eş dost” bu eseri yermiş, hikâyecinin artık tükendiğini söylemeye başlamış. Edebiyatçılarımızın eski hastalığı elbette o zaman da seyrini sürdürüyordu.Attilâ İlhan’sa Son Kuşlar’ın bir ‘aşama’ kitabı olduğunu ileri sürüyor. Sonra, bu yazısında, Sait Faik hikâyesini hazırlayan toplumsal ve bireysel ortama yönelik bir tahlile girişmiş. Ortamların karmaşık yapısının Sait Faik’in hikâyelerine nasıl yansıdığını saptamak istemiş.Son Kuşlar’ın doğaya, insana ve çalışmaya, emek vermeye gönül bağlamış bir hikâye kitabı olduğunu belirtiyor. Sait Faik’i tanımlayışı şöyle: “Yalnız doğaya inanıyor. Yalnız insanlara; ama çalışan insanlara, ellerinin emeğiyle şu yaşadığımız dünyayı kuran insanlara inanıyor.”Herkesin âvare bir adam diye nitelediği Sait Faik, bir şairin değerlendirmesiyle, işte karşıt uçta yer alabiliyor.Attilâ İlhan’a göre Sait Faik, ancak alınterinin değerine inanıyor. Bu inanışın altını kalın kalın çizmediği için o zamanın toplumcu gerçekçileri Sait Faik’in hikâyesini benimsemiyorlar. Aynı tutumla, bireyci kesim de Sait Faik’i kentsoyluluğa yaraşmaz bir derbederlik içinde görüyor ve ondan uzak durmaya çalışıyor.Altmış yıl öncesinden bu yazı, bugün bile yerli yerine oturtamadığımız pek çok şeyi ifade etmekte. Uzun yıllar sağdı, soldu diye emeklerini yadsıdığımız nice yazarı, şairi düşündüm. Adlar adlar geçti aklımdan.Gericiydi, komünistti!.. Ne çok kişinin değeri kavranamamış…Sait Faik’i yeniden okumayalı epey olmuş. Attilâ İlhan’ın gözlemleri beni yeniden Son Kuşlar yazarına çekti. Peyami Safa demin andığım özlü yazısında, Sait Faik’in biraz daha ‘yerli’ olmasını dilemiş. Oysa öyle hikâyeleri var ki Sait Faik’in, dile getirdiği insanlar, az sonra, bugün bile karşımıza çıkacaklar, geçen onlarca, yirmilerce, kırklarca yıla rağmen.Attilâ İlhan şöyle demiş: “Sait Faik henüz bitmemiş bir eserdir. Bunu unutmamalıyız. Henüz kendini kuruyor. Şiir ve duygusu bol bir ‘şiir-hikâye’den, yukarılara doğru yükseldiğini, basbayağı görüyoruz.”Gerçekten de Son Kuşlar bir dönemeçse, Sait Faik, ölümüne kadar süren yazarlık çabasında en güzel hikâyelerini, şiirden örülü düzyazılarını bu kitaptan, Son Kuşlar’dan sonra kaleme getirmiştir.