Beşşar Esed’in iki yılı aşkın süredir devam eden iç savaşta en çok korktuğu şeyin dış müdahale olduğu malum. Esed, böyle bir durumda rejiminin ayakta kalmasının mümkün olmadığını çoktandır biliyor ve bunu itiraf da ediyor.Nitekim geçenlerde rejimin resmi yayın organı olan Tavra gazetesine verdiği demeçte bunu açıkça dile getirmiş bulunuyor: “... Hükümetimizin direnme gücü ve kararlılığını zayıflatabilecek tek faktör doğrudan yabancı dış müdahaledir. Ancak bu, dış güçlerin muhalif hareket konusundaki farklı görüşler yüzünden mümkün görünmemektedir… Muhalefet, amaçlarına ulaşmak için maddi, duygusal, psikolojik her türlü aracı kullandı. Artık ellerinde sadece doğrudan dış müdahaleden başka şık kalmadı. Ne var ki, bu konuda birçok ülke mütereddit ve bunu reddetme durumunda. Bu yüzden bu safhanın üstünden kararlılıkla gelebilirsek korkacak bir şeyimiz kalmaz.”Esed’in daha yeni ettiği bu laflardan hâlâ dış müdahale ihtimalinden çekindiği, korktuğu anlaşılıyor. Ne var ki, esasen bu ihtimal baştan bu yana zayıf bir ihtimal olarak göründü. Milletlerarası camia müdahale lafını fazla etmedi, herhangi bir müdahale için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) kararının mutlaka gerektiğini öne sürdü. Ancak zaten Rusya ve Çin’in karşı çıkmaları yüzünden bu kararın alınması hiçbir zaman mümkün değildi. Bu da bilinen bir gerçekti; ama buna rağmen BMGK kararı üzerinde duruldukça duruldu. Bunun çıkmasının mümkün olmadığı iyi bilindiği halde Rusya ve Çin muhalefetinin arkasına sığınıldı, bunlar bahane edildi.Esasen, BMGK kararı olmadan da müdahale imkânları araştırılabilir, bu konuda bir mutabakat sağlanması için çaba da gösterilebilirdi; çünkü geçmişte bu tür karar olmadan yapılan müdahale örnekleri vardı. Bosna ve Kosova müdahaleleri mesela.BM, Bosna’da uçuşa yasak bölge ve güvenli bölgelerin korunması uygulamaları ve barış gücü bulundurma bağlamında elbette mevcuttu; ama doğrudan askerî müdahale yetkisi yoktu. Buna rağmen katliamların artması sonucu zamanın Amerika Başkanı Bill Clinton’un kararıyla Amerika-NATO 30 Ağustos 1995 günü başlattıkları hava bombardımanıyla Bosna’yı Sırp zulmünden kurtarıp ateşkes ve barış müzakerelerine giden yolu açmışlardı.Kosova’da ise yine Bill Clinton’un kararıyla başlatılan ve iki ay kadar süren Amerika-NATO bombardımanı sonucu Kosova’daki Sırp zulmü sona ermişti. Bu müdahale, o zaman resmen “insani savaş” olarak nitelenmişti. Rusya, o zaman da müdahaleye karşı çıkmış, BM’den müdahaleyi BM sözleşmesinin ihlali şeklinde niteleyecek bir karar çıkarmaya çalışmış; ancak diğerlerinin karşı çıkması sonucu başarılı olamamıştı.Bu örnekler bize istenirse ve ortada kararlı bir Amerikan başkanı ve yönetimi olduğu takdirde insanî maksatlı askerî dış müdahalelerin mümkün olduğunu, bunların yapılması için ille de BMGK kararının beklenmemesini açıkça gösteriyor.Ne var ki, bugün ortada Bill Clinton’un duyarlılığına ve kararlılığına sahip bir başkan ve yönetim yok. Bugünkü Başkan Obama ve yönetimi, Suriye’ye müdahale konusunda baştan bu yana mütereddit davranıyor. Bu bakımdan bu konuda bugün de pek umut yok.Türkiye’ye gelince; baştan bu yana dış müdahaleye karşı olduğunu söyleyip duruyor. Söylüyor da ne oluyor, Suriye’ye dış müdahale olmuyor mu sanki? İran’ın askerî ve diğer yollarla yaptıkları dış müdahale değil mi? Hele Hizbullah’ın bir ay kadar önce Suriye’ye Esed rejiminin yanında savaşmak üzere gönderdiği binlerce militan, dış müdahalenin âlâsı anlamına gelmiyor mu? Rusya’nın rejime askerî ve başka yardımları en azından Suriye’ye dolaylı müdahale değil mi?Kısacası, bugün Suriye’ye rejimin ayakta kalması için yapılan ve yapılmakta olan dış müdahaleler zaten var. Bunların da sona ermesi mümkün görünmüyor. Keşke, dış müdahale tezi baştan bu yana kuvvetli, sesli ve kararlı bir söylemle dile getirilseydi de Esed’in daha çok korkması sağlansaydı; ama özellikle bizde yerleşik Batı-Amerikan ve NATO antipatisi yüzünden bu ne yazık ki bir türlü anlamlı bir tarzda gündemde tutulmadı; dış müdahaleyi savunanlara iyi gözle bakılmadı.Sonuç ortada, başka ne diyelim? f.ertan@zaman.com.tr
↧