“Henüz Acem’in kırmızı kadehleriyle çekik gözlerini, kırmızı gülleriyle yanık bülbüllerini, kırmızı şallarıyle servi boylarını öğrenmediğimiz senelerde şiirimizde teşbih ve istiareler çocukça denilecek kadar saftı. İşte o zaman Osman Gazi, Söğüd yaylalarında bir türkü söylüyordu: Gönül kerestesiyle / Yeni şehir ve bâzar yap!”Büyük atamız Osman Gazi bu türküyü nasıl bir makamda, hangi tavırla söylemiştir ve sesinin nasıl bir rengi vardır, bilmeyi ne kadar isterdim! Bu imkânsızlığa rağmen Yahya Kemal’in Kurtuluş Savaşı günlerinde kaleme getirdiği ‘Gönül Kerestesiyle’ yazısındaki bir cümleyi bugün aynıyla tekrar ediyor ve Osmancık’ın o basit ve sade türküsünün bütün çağların sesi olabileceğini görüyoruz. Öyle diyor Yahya Kemal: “Çobanlık devrini hatırlatan bu sade, bu güzel istiare, bu manidar türkü, bize bugün en doğru siyaset rehberidir.” Osman Gazi, Tarık Buğra’nın deyişiyle Osmancık, Söğüt baharlarında, gökte Samanyolunun bir sırma kemer olduğu Domaniç temmuzlarında, “Gönül kerestesiyle / Yeni şehir ve bâzar yap!” derken, ‘uzun sürecek bir saltanat’ın harcını karıyor olmalıydı. Osmancık’ın dağlarda, göç yollarında yankılanan türküsü muhtemel ki, vadilerden, sulardan ve ormanlardan geçecek; kendisinin fetihten dönen atların nal seslerini işitip bahtiyar olduğu Bursa’da taş ustalarının, marangozların, demircilerin, bezzazların, hafızların, müezzinlerin, evliyanın velhasıl bir şehri kuran bütün ellerin ve dillerin hünerine, bütün seslerin ahengine karışarak onun bu ilk ve büyük rüyasında tecessüm edecekti. Osman Gazi, ‘gönül kerestesi’ni yontmayı Söğüt baharlarında, Domaniç yaylalarında Edebalı’dan öğrenmişti. Bir temmuz akşamı, “aşağıda, gecenin dipsizleştirdiği uçurum, karşıda el değmemiş hülyalara açık bir sınırsızlık”, ufka dalıp gitmişken... “Hey Osmancık!” demişti Edebalı, “Hey Osmancık; neler düşünüyorsun?” “Dünya ne kadar büyük!” “Dünyayı bize büyük gösteren bizim küçüklüğümüz, oğul! Hırsımız, sabırsızlığımız, bencilliğimiz.” “Dünya çok büyük!” diyordu Osmancık inatla... “Doğru dünya büyüktür… Çok çok büyüktür; hatta Osman’ın kurabildiğinden de çok büyüktür. Fakat bir ömür için, tek insan içindir bu büyüklük. Bir soy için değil, bir soyun benimseyeceği, bir soya benimsetilecek bir amaç, bir ülkü için değil.” Dünya çok büyüktü ve Osmancık’ın elinde, ‘gönül kerestesi’nden başka gereci yoktu. Orada, bir çağın başında durmuş, bütün gelecek zamanlara vasiyet eder gibi, “Gönül kerestesiyle / Yeni şehir ve bâzar yap!” diyordu. Dünyanın en büyük ve en uzun ömürlü imparatorluğunu kuran genç adamın, bir bahar günü, bir elma yahut çınar fidanını toprağa diker gibi bütün milletin macerasını basit bir türküde söyleyivermesi, insanlığın duyduğu en ilginç istiarelerden biri olmalıydı. Soyundan geleceklere verdiği bir sır, bir tılsım… Çok değil, ölümünden çeyrek asır sonra dünyaya gelen Hacı Bayram Veli, onu çoktan duymuş olmalı ki, şöyle karşılık veriyordu: “Nâgihan ol şâra vardım, ol şârı yapılır gördüm / Ben dahi bile yapıldım, taş u toprak arasında.” Osmancık’ın murat ettiği ‘gönül şehri’ kurulmuş ve artık o basit ve Yunus’un dağ alıçları kadar yabani türkünün yerini şehirli bir ses almış, bütün hengâmesi ve coşkusuyla konuşuyordur: “Ârifler sözi satılır ol şârın bâzâresinde.” Hacı Bayram Veli’den sonra da ‘gönül şehri’nin çarşı-pazarında âriflerin sözleri alınıp satıldı. Kaşgarlı Mahmut haklıydı; Türklerin uzun bir saltanatı olacaktı… Nice sultanlar konup göçtü, adına gönül sultanlığı dediler. Şimdi şu içimizde, etrafımızda köpürüp duran kin, nefret, intikam, çatışma ve cinnet manzarasına; bütün bu huzursuzluğa bakıp Yahya Kemal’e hak vermemek mümkün mü? “Çobanlık devrini hatırlatan bu sade, bu güzel istiare, bu manidar türkü, bize bugün en doğru siyaset rehberidir. “Gönül kerestesiyle / Yeni şehir ve bâzar yap!” Evet, bugün bile... Osmancık, hey Osmancık!..
↧