Dünyada dostunuz yoksa, yalnızlaşmış ve herkesi düşman görmeye başlamışsanız demokrasi inşa etmek zordur. Sadece demokrasi değil...Böyle bir ülke refah da, özgürlük de üretmekte zorlanır. Dahası, içerideki ve dışarıdaki her sorun, aşmakta zorlandığınız dev dalgalara dönüşür. Türkiye’nin son dönemde yakın çevresi ve dünya ile ilişkileri endişe verici bir hal almaya başladı. Daha birkaç yıl önce hükümetin en başarılı olduğu dış politika alanı şimdi tüm ülke için ciddi riskler barındıran bir mahiyet kazanmaya başladı.Hükümetin imkanları ile iddiaları arasındaki makas açıldıkça dış politikada başarısızlık görüntüsü kaçınılmaz oluyor. İmkanlar asla az değil, sadece iddialar uçuk. Evet, bölgeye ve dünyaya nizamat vermek, adil bir dünya düzeni kurmak, BM’yi yeniden tasarlamak, ezilenlerin sözcüsü olmak birçok kişinin kulağına hoş geliyor, ama eldeki imkanlarla bu iddialar uyumlu mu? İmkanlar dünle kıyaslandığında asla az değil, son bir asrın en üst noktasında. Ama hâlâ ‘yeni dünya düzeni’ kurmanız için yetmez. İddialarınızla fincancı katırlarını ürkütmüş olursunuz sadece.Elbette ilkesiz, ahlak dışı bir dış politika olmaz. Ama ilkeli dış politika ile ‘ideolojik’ dış politika arasındaki ince çizgide durmak gerek. İlkeli dış politika adına kimse bize ideolojik, hayali, afaki dış politika hedeflerini, uygulamalarını savunmaya kalkışmasın. Ütopik, dogmatik, hayali kurguları gerçek veya gerçekleşebilir sanıp, içerideki gibi bir ‘inşa dönemi’nin bölgede de başladığını düşünüp bütün bölgesel ve küresel aktörlerle çatışma noktasına getirmeyin ülkeyi, ülkenin işadamlarını, işçilerini, esnafını, sivil toplumunu...Dış politikada ideolojik bir yol izleyen, bölgesel ve küresel sisteme meydan okuyan ‘devrimci’ ülkeler de oldu; Bolşevik devrimi sonrası Sovyetler Birliği ve devrim sonrası İran gibi. Sovyetler emperyalizmin dünya hakimiyetine son verecekti, Humeyni müstekbirlerin mustazaflara yaptığı zulme... Bölgede ve dünyada ‘adil, ezilenlerden yana, emperyalistlere karşı’ bir düzen kuracaklardı. Olmadı, olamazdı... Bütün dünyayı değiştirmeye kalkışınca birden bütün dünyanın düşman olduğunu gördüler ve düşmanlara karşı içeriyi disiplin altına aldılar; yani dünyayı ezenlere karşı mücadele ettiğini söyleyen rejimler önce kendi halklarını ezmeye başladılar.Dış politikada ‘revizyonizm’ ülkenin başını derde sokar. Uluslararası ve bölgesel güçler revizyonist devletlerden hazzetmezler, onları yalnızlaştırır ve sindirmeye çalışırlar. Sonuç, sürekli bir çatışma ve gerginlik halidir ve bu da toplumu boğar, devleti devleştirir. ‘Birleşip üzerinize gelen bütün bir dünyaya karşı durmak’ iç siyasette kahramanca bir tutum olarak prim yapabilir. Böyle bir strateji ile bir süre ayakta durmayı başarabilmiş rejimler olabilir, ama otoriter bir siyaset, disiplin altına alınmış bir toplum ve devletin denetiminde verimsiz bir ekonomisi pahasına...Türkiye, böyle bir modelden şiddetle uzak durmalı. Revizyonist bir devlet görüntüsü vermekten kaçınmalı, içeride ve dışarıda köprüler kurma siyasetine geri dönmeli. Aksi halde büyük risklere gebe bu ülke.Devleti yönetenlerden, sorumlu davranmalarını beklemek hepimizin hakkı. Aldıkları kararlar, izledikleri politikalar bütün ülkeyi, ülkenin geleceğini bağlıyor. Romantik bir geçmiş özlemiyle riskli sulara açılmanın, ideolojik körlükle gerçeklere gözlerini kapamanın bedelini hepimiz öderiz. Kendilerini MTTB gençlik liderleri gibi görme lüksleri olamaz. Romantik bir yönetim de, ideolojik bir devlet de toplum için tehlikelidir...Dünya ile kavga ederek ne demokrasi inşa edilir ne refah üretilir ne de özgürlükler garanti altına alınır. Çatışma ortamında tek kaygı ‘güvenlik’ olur; bol bol ‘milli birlik ve beraberliğe en çok muhtaç olduğumuz bu günler’ nutuklarını duyar, ‘iç ve dış mihraklar’a lanet okuruz.Devletin tercihi belli de, toplum ne istiyor? i.dagi@zaman.com.tr
↧