Başbakan’ın tercih ettiği ekonomi başdanışmanı, bir hayli ilgi uyandırdı. Olayın bir hayli renkli magazin boyutunu bırakıp, konuyu ciddiye alalım ve soralım: Bu tercihle Başbakan ekonomide yeni bir duruşun sinyallerini vermiş olabilir mi? Bu nasıl bir duruş olabilir?Biri olumlu, biri olumsuz iki senaryo var. Olumsuzdan başlayalım. Kendisine gözü kara destek veren kişileri çeşitli yollardan ödüllendireceği mesajı. Bu kendi tarzına göre bir vefa örneği olarak da okunabilir. Olumsuz senaryonun bir parçası olarak piyasalara, içerideki ve dışarıdaki aktörlere ekonomide artık yeni bir dönemin başladığının mesajını vermiş olabilir. Sayın danışmanın yazı ve söylemine bakılırsa bunun AB karşıtı, ekonomide daha korumacı, ulusalcı, neo-liberal-IMF eksenli politikalardan çıkma arayışını ifade ediyor olabilir. Eğer böyle bir tutum varsa; bunun hepimizi ikna eden alternatif bir iktisadi mimariye istinat etmesi gerekir. Bunu zaman gösterecek. Aksi takdirde, piyasalara verildiğini varsaydığımız bu mesaj, bizi iki beklentiye sürükleyebilir: Biri, ‘nankör kedilere’ gününü göstermek. Diğeri de tam tersine, bugüne kadar olduğu gibi aslında ‘tabana selam, sermayeye kazandırmaya devam’ modeli aynen gider. Bankalara birçok haksız kazanç ortamını sunup, sonra bunu halka şikâyet etmek gibi. Bana göre olan şudur: ‘Bana sahip çıkanı yüceltirim, sermaye de benimle anlaşırsa yoluna kaldığı yerden devam eder.’ Ancak bu diz çöktürme operasyonu dünyada ülkemizle ilgili kalıcı kırılmalara da sebep olabilir. Olumlu senaryo da şudur: Bu vesile ile gerçekten yeni bir duruşa geçmek mümkün olabilir. Hatta bu gereklidir de. Son iki yazımda savunduğum görüşlerden yola çıkarak kısaca sorunu tanımlayalım: Bol ve ucuz paraya dayalı, iç piyasanın tetiklediği büyüme, enflasyon ve taşınamaz bir dış açığa sebep oluyor. Bu yolun kapandığını 2012-13’te gördük. Devamı da gelecek. Şimdi küresel ortamın değişmesiyle artık daha pahalı ve zor kredi dönemine giriyoruz. Bu da cılız büyümenin derinleşmesini ifade eder. Türkiye’nin sıkıştığı bu girdap çok sert bir zemin, öyle ıkınarak bu geçişi genişletip, diğer tarafta sahil-i selamete çıkmak mümkün değil. Bu dar geçidi açıp, genişletmek zorundayız. Maliye Bakanımız Mehmet Şimşek’in sosyal medyada paylaştığı mesajlardan, bu durumun farkında olduğu anlaşılıyor. Çözüm noktasında ise ‘Yapacak bir şey yok. Yapısal reformları tamamladık. Zaman içinde bunların sonuç vermesini bekleyeceğiz’ demektedir. Bu görüşte mutabık değilim. Türkiye’nin henüz bitmemiş olan, çarpık-çurpuk, yarım-yamalak yapısal reformları bu haliyle sonuç vermez. Emek piyasası reformu, eğitim reformu, rekabet ortamını geliştirici reformlar vs. eksik ve niteliksizdir. Dahası, ‘reformlar tamam artık piyasalar yapar’ yaklaşımı tarih dışıdır. Hele günümüzde çok daha böyledir. ‘Piyasa dostu körlük’ bizi denizin bittiği yere getirip bıraktı. Düşey ve yatay eksenli aktif sanayi politikaları ile devletin piyasa uyumlu bir şekilde sahaya inmesi gerekir. Doğrudan yapmak yerine, etkinlikle yaptırmak üzere. Bu konuda finans ile reel ekonomi öncelikleri örtüştürülmelidir. Kalkınma Bakanlığı, 30 Ekim-1 Kasım tarihlerinde İzmir’de ‘Küresel Ekonomik Yeniden Yapılanma Sürecinde Türkiye Ekonomisi’ konulu, yerli-yabancı birçok ünlü ismin katılacağı arama kongresi düzenliyor. Çok isabetli. Hükümet artık çok geç kaldığı ‘yeni duruşu’ umarım buradan hayata aktarır. Ancak bütün bunların ‘Twitter danışmanlığı’ ile olabileceğini zannetmem!
↧