Mısır’da darbe yönetiminin kurguladığı katliama ABD’den sert tepki bekleyen (hâlâ varsa) hayal kırıklığına uğramıştır. Darbeye darbe diyemeyen, katliama katliam hiç diyemez.Mısır’da darbe yönetiminin kurguladığı katliama ABD’den sert tepki bekleyen (hâlâ varsa) hayal kırıklığına uğramıştır. Darbeye darbe diyemeyen, katliama katliam hiç diyemez. Zaten ABD kendini çoktandır Müslüman Kardeşler karşıtı cephede konumlandırmış bulunuyor. Washington’un bazı pozisyonları ilkesel açıdan tutarsız gibi görünse de, ulusal çıkar ve kültürel tercihler noktasında oldukça tutarlı. İlhamını İslam’dan alan tüm hareketlere radikallik ve ılımlılık derecesine göre kuşkuyla bakan ABD, Türkiye dahil Müslüman coğrafyasında laik unsurları ön plana çıkarma stratejisi güdüyor. Üstelik bu sadece 11 Eylül sonrası ‘teröre karşı savaş’ sürecinde ortaya çıkan bir fenomen değil. Kökü çok daha derinlerde. Beyaz Saray, Dışişleri ve Pentagon Mısır konusunda adeta üç maymunları oynuyor. Kongre sanki olanlara dünden razı. Varsın ABD’nin şampiyonluğunu yaptığı insan hakları ve demokrasi prensipleri ayaklar altına alınmış olsun. Washington sadece timsah gözyaşları döküyor. Darbeye darbe, zulme zulüm dememeye azmetmiş bir kere.DARBE DEMEMEKTE KARARLILARDarbe yönetimlerine askeri yardımın demokrasiye dönüşe kadar kesilmesini mecbur kılan 1961 tarihli dış yardım kanunu, Washington’a sorun çıkardı. Zira gerek yürütme gerek yasama kanatları, Mısır ordusunun yılda 1,3 milyar dolar cukkasını sürdürmeye kararlıydı. O nedenle kanunun etrafından dolaşma yolları aradılar. Dışişleri Bakanlığı, hukuk uzmanlarını sefer etti. En nihayet Dışişleri Müsteşarı William Burns, takip edilecek strateji konusunda Kongre’yi bilgilendirdi. Dışişleri Sözcüsü Jen Psaki, cuma günü yönetimin duruşunu ve gerekçesini gayet net bir dille açıkladı: ‘Kanun, bir darbenin vuku bulup bulmadığı hususunda bizi resmi bir karar vermeye mecbur bırakmıyor. Ve böyle bir karar vermek, ulusal çıkarımıza uygun değil.’Amerikan yakın dış politika tarihinde icra ve yasama organlarının mutabık olduğu nadir anlar, genelde işin içinde İsrail’in güvenliğinin de olduğu durumlardır. Bu da o anlardan biri. Washington Mısır ordusuna yılda 1,3 milyarı zımnen İsrail’i tehdit etmeme garantisi karşılığında veriyor. İsrail’in Washington’daki kalesi Amerikan Kongresi, başka dış ödeneklerde icra kanadına kök söktürürken, bu yardımın lafını bile etmiyor. Özellikle 1980’lerden bu yana Mısır ordusuyla angajman stratejisi güden ABD, emeklerinin boşa gitmesini istemiyor. Kısacası, ordu Mısır’da ABD’nin gözbebeği. Tıpkı bir zamanlar (hatta kimilerine göre bugün bile) Türkiye’de olduğu gibi. Bütün bunlardan, mesela Gezi olaylarında Türk Silahlı Kuvvetleri durumdan vazife çıkarsaydı, ABD’nin tutumunun üç aşağı beş yukarı aynı olacağı sonucunu çıkarabiliriz.Associated Press ajansınca yapılan bir analizde, ABD’nin demokrasiye desteğinin ‘nişanesi’ olmuş dış yardım kanununun yönetimce böylesine ‘seçici’ şekilde uygulanmasının dünyada bu ideale bağlılığı noktasında ‘soru işaretleri’ oluşturacağı belirtildi. Amerikan silahları, parası ve siyasi desteğini arkasına alarak kendi halkının muayyen kesimlerine saldıran bir askeri rejimin günahları nereye kadar örtülebilir? Hele sosyal medya devriminin yaşandığı günümüzde?Sola daha yakın bir kısım Amerikan medyası, muhtemelen işin içinde İsrail de olduğundan kelimelerini nispeten dikkatlice seçmelerine rağmen, homurdanmaya başladı bile. Washington Post, başmakalesinde Obama yönetiminin Mısır ordusuna F-16 teslimatını geciktirme kararının darbeci General Sisi’nin ‘kabaran hırslarını dizginleme’ye yetmeyeceğini yazdı. ABD’nin hâlâ orduyu cezalandırmaktan çok destekleyen bir çizgi izlemesinden yakınan Post yayın kurulu, ‘Obama yönetimi eğer Mısır’da geniş çaplı bir baskı veya yeni bir otokrasinin zuhurunu görmek istemiyorsa, daha fazlasını yapmalı ve elini çabuk tutmalı.’ yorumunu yaptı.Mısır’daki darbe sürecinde Obama yönetimi el altından orduyu dizginlemeye ya da öyle yapıyor gibi görünmeye çalışsa da, yetkililerin kamuoyuna açık beyanlarında kullandığı nazik dil, cuntacıları ve arkasındaki toplumsal kesimleri cesaretlendiriyor. Süreçte Başkan Obama nispeten geri planda dururken, açık mesajlar daha çok Dışişleri Bakanı John Kerry tarafından veriliyor. Kerry’nin son katliamdan sonraki açıklamalarında sert bir kınama yoktu. ‘Kaygılandık’ türünden diplomatik dilde fazla ağır sayılmayan ifadeler mevcuttu. Ve kavgayı sakinleştirmeye çalışan, ağır abi havası gözleniyordu. Tarafların birinin elinde askeri güç varken, bu türden arabuluculuğun kime yarayacağı aşikar. OBAMA İLE ERDOĞAN AYRI TELDEN ÇALIYORObama yönetimiyle Erdoğan hükümetinin Mısır pozisyonlarındaki farklılık da dikkat çekici boyutlarda. Washington tarafsız gibi görünmeye çalışmasına rağmen, fiilen darbecilerin yanında.Ankara ise belki de dünyada darbeye en sert tepkiyi veren hükümetlerin başında geliyor. Suriye’de Obama yönetiminden umduğunu bulamayan Ankara, Mısır’da da hayal kırıklığına uğradı. Erdoğan hükümeti artan oranda değerler endeksli ve duygusal bir dış siyaset izlerken, Obama yönetimi aşırı soğukkanlı, temkinli ve çıkarcı bir tutum içerisinde. Başbakan Erdoğan dünyadaki büyük oyuncuların Mısır’daki pasif tavrını eleştirirken ABD’yi doğrudan hedef almamaya özen gösteriyor. Ancak aradaki faz farkı, Türk-Amerikan ilişkilerinde dışarıya fazla yansıtılmamaya çalışılan iç gerginliği artırıyor.Mısır vakası, ABD ve Türkiye dahil birçok ülkenin dış politikada idealizm ve realizm dengesini test ediyor. Fazla idealizm de fazla realizm de topyekün ulusal çıkarları en azından uzun vadede olumsuz etkileyebilir. Bakalım ABD ve Türkiye bir orta noktada buluşabilecek mi?
↧