Mısır'daki darbe yönetiminin sivil halka ateş açıp masumları katletmesini izliyoruz. Kimilerimiz daha izlerken kalbiyle katil oluyor. Çünkü etrafına karşı nefretle doluyor, tartışmaya başlıyor, kin ve intikam hisleri artıyor.Aynı anda Mısır'da ise insanlar haksız yere öldürülmeye devam ediyor. Bizi tartıştıran, kalbimizle katil kılan nefret üzerinden cepheleştiren çoğunlukla medyada kullanılan dil. Hemen her zulümde olduğu gibi bazıları zalim ile mazluma eşit göz seyirliği ayırarak bunu habercilik adına bir tür objektif kriter olarak algılıyor. Irak işgali döneminde de buna ziyadesiyle tanık olmuştuk.Bugün Mursi ve Sisi destekçilerinin çatışmasını mı izliyoruz? Mısır'da darbeye karşı çıkanlar kanlı bir ayaklanma mı gerçekleştiriyor? Yoksa mazlumun zalime karşı ahlaklı direnişini mi sergiliyorlar? “Bizde yıllarca Gandhi'nin pasif direnişine hayranlık besleyenler, İhvan'ın şiddetten uzak, soylu ve mazlum direnişine inanmıyorlar.” diyor Sabah'taki yazısında Haşmet Babaoğlu. Eline silah alıp dağa çıkmanın, gerilla olmanın övülesi bir direniş olduğunu düşünenler, konu İslam olduğunda işgallere ve darbelere karşı en şiddetsiz direnişi dahi bir tür radikallik olarak değerlendirebiliyorlar. Mesela Che, büyük bir kahraman ve direnişçidir ama halkın oyuyla sandıktan çıkmış Hamas, terör örgütüdür pek çokları için. Önce bir şerh düşeyim kendi sözlerime. Elbet bu algılar böylesine kaba genellemelere hapsedilemiyor. Ne kadar onurlu bir direnişçi olursanız olun, İslam adına elinde silah olmayan sivil insanların üzerine kendinizi canlı bomba olarak atmayı öneriyorsanız, bu direniş olmaktan çıkıyor, saldırganlığa dönüşüyor. Masumları katlederek masum ve tam teslimiyet içinde ölemez hiç kimse. Müslümanların pratiğinde direnişin saldırganlık olmaması için ölçüler bellidir. Örneğin çantanızdan iki yüz lira çalıp kaçan hırsızı yakalayıp öldürürseniz, bunun adı nefsi müdafaa olmaktan çıkar. Nefsinize hakim olamadığınız bir hiddete yenik düşmüşsünüzdür çünkü. Hz. Ali'nin (ra) savaş meydanında düşmanına karşı kalbinde öfke duyduğunda onu serbest bırakıp çekilmesi Müslüman direnişinin saldırganlıktan farkını ayıran en belirleyici ölçülerden biridir.Bunun bıraktığı anlamın derinliklerinde ayetin dediği gibi kısasta hayat vardır: “Ey, sır hazinelerinin sahipleri; kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki böylece siz, sakınırsınız, takva sahibi olursunuz.” (2, 179) Siz yaparsanız, karşınızdakinin de cevap hakkı doğar, bunu bilmek bir tür caydırıcılık oluşturur. Kısas bu sayede her iki tarafın da hayatta kalmasına bir katkı oluşturur. Saldırı anında kendini, çevreni ve hatta düşmanın masum yakınlarını korumak, kötülüğün sirayet etmesini durdurmak, kan davasına dönüşmesini engellemek, nefreti çoğaltmamak, yaymamak, özendirmemek adına direnmek de kısastır. Ancak kısasla birlikte affediciliğin önerilmesinin anlamına da yaklaşması beklenir Müslümanların. Bunun bir yüzü ayette önerildiği gibi takvaya bakar. Kamil insan ise İsa (as) gibi kötülüğe karşı iyilikle karşılık vermekle emrolunur: “Onlar, bollukta ve darlıkta infak eder, öfkelerini yener, insanları affederler. Ve Allah muhsinleri affeder.” (3, 134) Kuşkusuz bunu hakkıyla yapabilmek için ‘İsa makamı'nda olmak gerekir.Kısası inkâr etmeyen ancak nefsten kaynaklanan öfkeyi reddeden Müslümanlar için Musa'nın (as) Firavun'a tatlı, yumuşak bir tarzda hitap etmesi de çok önemlidir. “Olur ki aklını başına alır yahut hiç değilse biraz çekinir” mealindeki ayette Hz. Musa'ya yumuşak bir sözle konuşması emredilir. Öte yandan Firavun'a yüz yüze şu sözleri de söylemekle yükümlüdür Musa (as): “İnan ki bize kesin olarak vahyolundu ki, azap şüphesiz gerçeği inkâr edip ona sırt çevirenleredir.” (20, 48) Bugünün zalimlerine karşı ise bu netlik ve açıklıkta söz söylemeyi göze almak her zaman kolay olmuyor. Müslüman'ın Firavunlarla diyalog kanallarını kapatabileceği endişesiyle Müslümanlarca da bazen gerektiği gibi telaffuz edilemeyen bu sözleri kimsenin damarına basmadan ama hakkıyla iletebilmek için ‘Musa makamı'nda olmak gerek biraz da. (Sözgelimi Hızır'ınla buluşmuş olmayı, gemini delebilmeyi, kendindeki yitik hazineye ulaşabilmeyi...)İsa ve Musa ‘makam'larına ulaşmamış ama bunları kabullenip kuşatan Muhammedî hakikate teslim olmuş herhangi bir Müslüman ise direniş ahlakını oluştururken hak ile batılı ayırmakla yükümlüdür. Zalime de kıvırtmadan zalim demesi beklenir. Adeviyye Meydanı'nda öldürülen silahsız ve masum halk ile ona ateş açan darbeciyi iki denk güç gibi algılamak ve Mursi'nin bazılarına göre ‘hatalı politikaları' üzerinden Adeviyye direnişini değerlendirmek bu ayrımı ortadan kaldırıyor, zulmü meşrulaştırıyor.
↧