Times gazetesinde 25 Temmuz günü çıkan “Türkiye Başbakanı’na Mektup” başlıklı ilanı birkaç gün sonra, Başbakan Erdoğan ve öteki AKP sözcülerinin gösterdikleri tepkilerden sonra merak edip okudum.Okuyunca irkildim. İmzacıların çoğunluğunu oluşturan “Oscar ödüllü”lerin mektubu Türkiye’de özgürlük yandaşlarıyla dayanışma amacıyla, herhalde metinde ne dendiğine yakından bakmadan imzalamış olmalarından, yani iyi niyetlerinden kuşku duymak için bir neden olmayabilir. Ne var ki Türkiye’deki iç tartışmanın, özgürlük davasıyla ilgisi olmayan hayli marjinal bir tarafının oyununa geldikleri ortadaydı. Nitekim, ilanı Atatürkçü Düşünce Derneği adlı kuruluşun finanse ettiği ortaya çıktı.Belki niçin oyuna getirilmiş olduklarını izah eden olmamıştır. Ben edeyim: Evet, Türkiye’de polisin bizzat Başbakan’ın talimatıyla Gezi Parkı protestolarına karşı orantısız güç kullanması 5 yurttaşın ölümüne, 11’inin gözlerinden birini kaybetmesine yol açmıştır. Bu sertliğin kabul edilecek bir yanı yoktur. Ne var ki, “Türkiye’nin kurucusu Kemal Atatürk’ün tasarladığı laik bir cumhuriyet olmasını talep eden gençler” olduğuna dair iddia, Gezi Parkı protestocularına bir iftiradan ibarettir.Evet, Gezi Parkı protestolarının “Eski Türkiye”nin kalıntıları olan, “Hepimiz Mustafa Kemal’in askerleriyiz…” diye bağıran militaristler ve “Hepimiz Türk’üz…” diye haykıran ırkçılar tarafından gaspedilmeye çalışıldığı doğrudur. Ne var ki protestoların verdiği saptırılamayacak mesaj, “Yeni Türkiye”nin özgürlük, çoğulculuk ve demokrasi ilkelerine bağlı genç kuşaklarının bundan böyle keyfî ve otoriter yönetime boyun eğmeyecekleridir. Onların talebi asla Kemalist tek-parti yönetimine ya da askerî vesayete dönüş değildir. Türkiye’de Çin ve İran’ın toplamından fazla gazetecinin hapiste olması, görünürde doğru olabilir. Ne var ki söz konusu gazeteciler yazdıkları haber ya da yorumlar nedeniyle değil, (haklı veya haksız, doğru veya yanlış) şiddet örgütlerine üye oldukları ya da seçilmiş hükümete karşı darbe hazırlıklarına bulaştıkları iddiasıyla tutuklanmıştır. Evet, Türkiye’de ifade ve basın özgürlüğü, artan bir baskı altındadır, fakat Türkiye’yi bu açıdan Çin’e veya İran’a benzetmek, tek kelimeyle gülünçtür.Evet, Başbakan Erdoğan’ın protesto eylemlerinin nedenini anlamaya çalışacağına, bunları toplumu kutuplaştırmak için bir vesile olarak kullandığı doğrudur. Bunun güçlü sinyallerini de “milli iradeye saygı” mitingleriyle vermiştir. Ne var ki, bu mitingleri Hitler’in Nüremberg kitle gösterisine benzetmeye kalkışmak, en hafif ifadeyle, bir skandaldır. Başbakan Erdoğan, ülkeye her alanda yaptığı hizmetler nedeniyle hayli popüler bir liderdir ve son seçimlerden bu yana giderek keyfileşmesine ve otoriterleşmesine rağmen, Türkiye’deki rejimin Nazi diktatörlüğüne benzetilmesi ancak kuyruklu bir yalan olarak nitelenebilir. Saptırmalar ve yalanlar üzerine kurulu bir mektubun Türkiye’de özgürlük ve demokrasi davasına herhangi bir katkısı olamayacağı, amaçladığının tam tersi sonuçlar doğuracağı da muhakkaktır. Ancak hakkaniyetle yapılan eleştirinin bir değeri olabilir. Türkiye’yi iyi tanıdığını sandığım dostum Andrew Mango’nun, hangi akla hizmet bu metnin altına imza attığını çözemedim. Fazıl Say’a gelince, onun özgürlük davasıyla herhangi bir ilgisi olmadığı iyi biliniyor. Başta Başbakan olmak üzere kimi hükümet sözcülerinin alaya alınacak bir ilana gösterdikleri ölçüsüz tepkiler ise, şişirilmiş bir özgüvenden özgüvensizliğe doğru gittiklerinin bir işareti olarak görülebilir.
↧