Mısır darbesi üzerinden “resmi Batı” bize şu mesajı veriyor: Eğer siyasette “dini referans” alan akımlar ve sosyo-kültürel düzeylerde “cemaat” olarak ortaya çıkmış bulunan gruplar demokrasinin süreçler şartına bağlı kalarak yarışa katılacak ve seçimleri kazanıp iktidara gelecek olurlarsa, bu Batı’nın demokratik standartları dışında bir duruma işaret eder.Sadece ekonomik ve stratejik çıkarlar değil, din ve cemaatlerin siyasetin belirleyicileri olarak sahneye çıkmaları liberal demokrasiye aykırıdır. Hangi ülke kararlı bir biçimde bu deneyime girişecek olsa Batı, demokrasi yerine otoriter yönetimleri tercih eder; gerektiğinde kralların ve diktatörlüklerin finanse ettiği askeri darbelerin arkasında durur.Batı’nın demokrasiye böylesine kalın laik-seküler çizgi çizmesinin sebepleri var. Tarihte siyaset sadece mutlakiyetçi idarelere karşı değil, kilisede somutlaşan teokrasiye de karşı mücadele verilerek mümkün olabilmiştir. Batı tarihinde din/kilise, mutlakiyetçi idare gibi siyasette engelleyici rol oynamıştır. Fakat bu Batı’nın sorunudur, bizde din/İslamiyet özgürleştirici fonksiyon görmüş; sultanlar/padişahlar dini suistimal etmeye kalkışmışlarsa da, Şeriat sivil alanı düzenleyerek halkı/toplumu devlete karşı korumuştur. Tarihimizdeki Örfi-Şer’i hukuk çatallaşmasının hikayesi budur. Örfi hukuk devleti topluma; Şer’i hukuk toplumu devlete karşı koruyan zıt iki kalkandır.Modern zamanlarda cemaat yapıları kent hayatında “din zemini”nde teşekkül ediyor, bu da onların tarihsel kodları itibarıyla Batı’daki deneyimin aksine siyaseti sivilleştiren fonksiyon görmelerini sağlıyor ki, son 10 senede Türkiye’de siyasetin askeri vesayetten bir miktar kurtulmasında rol oynayan en önemli faktör budur. Cemaatler olmasaydı siyasiler tek başlarına siyaseti vesayetten kurtaramazlardı. Bu olguyu ne Batı ne laik aydınlar yeterince doğru anlayabiliyor.Batı’nın din referanslı siyaseti ile cemaat yapılarının demokratik sürece dahil olmalarını garipsemesinin diğer sebebi partilerin “Batı tarihine özgü sınıflı yapılar” olmasıdır. Sonuçta demokratik mücadelede yer alan partiler (parçalar)ın her biri bir sınıfı iktidara taşır, belli bir sınıfın çıkarını korumak üzere teşekkül eder. Din ise “sınıf çıkarı”nı değil, “değer”i esas alır; cemaatler de sosyo-ekonomik yapılar değil, sosyo-kültürel varlıklardır. Bu bize Batılı demokrasinin neden dine ve cemaate kapalı bir karakterde teşekkül ettiği konusu hakkında fikir verir. Ama din ve cemaati içermedikçe demokratik siyaset çoğulcu karakterde olamaz; bu da liberal demokrasinin büyük açmazıdır.Mursi şöyle eleştiriliyor: Mursi, İhvan’ı temsilen siyasete katılsa bile şeffaf değil, gizli gündemi/ajandası var; direktiflerini halktan değil, bağlı olduğu cemaatten alıyor. Bu doğru değildir. Cemaatin ilgi sahası siyaseti fazlasıyla aşan geniş alanlara yayılır, ama siyasetle de ilgilenir. Bu karakterdeki cemaat-siyaset ilişkisi “cemaat”in değil, Batılı karakterdeki demokrasinin zaafına işaret eder. Burada kendini geliştirmesi ve genişletmesi gereken demokratik felsefe ve süreçler olmalıdır. Cemaatlerin kendilerini salt siyasetle daraltmaları değil.Bu eleştiri bir başka gerçeğin açıklamasını zorlaştırıyor: Demokrasi süren pratiği itibarıyla sayısız lobilerin, çıkar ve baskı gruplarının, laik karakterdeki sivil toplum kuruluşlarının; ulusal ve uluslararası düzeyde faaliyet gösteren vakıf ve derneğin demokratik oyun içinde yer alıp karar süreçlerini ve mekanizmalarını etkilemelerine açıktır. “Çoğunluğa karşı azınlık hakları” adına toplumun genel ahlakına meydan okuyan marjinal grupların kamusal görünürlüklerini teminat altına alırken, sıra dini-sosyal gruplara ve cemaatlere geldiğinde demokratik süreçleri tıkamaya kalkışır. Modern devlet aygıtı, toplumsal olanın neredeyse tümünü siyaset yoluyla tanzim eder. Böyle bir durumda demokrasi “din-dışı olan”a endekslendiğinde toplumu dinden arındırma, sekülerlik adına toplumu nihilizme sürükleme aracına dönüşmektedir ki, İslam dünyası demokrasinin bu türevine itiraz etmektedir.
↧