İki şey derinden yaralar ve hasar bırakır insanda. Birisi, sizi siz yapan şeylere (fiziksel özellikler, konuştuğunuz dil, boyunuz posunuz, milliyetiniz, zekânız, inançlarınız gibi kimliğinizin asli unsurları) saldırılmasıdır.Bu saldırı ya fiziksel olur ya da tahkir edilme, aşağılanma, alaya alınma, yok sayılma, küçük düşürülme, hor görülme, hakların gaspı gibi “Duygusal şiddet” biçiminde olur. Hele ki bir de bu saldırı, hiçbir suçunuz yokken, durduk yere yapılmışsa hasarın etkisi ziyadeleşir.Kendi halinizde yürüyorsunuzdur bir caddede, mesela. Kimseye sataşmadan, edeplice, vakurca, içinizden güzel düşünceler hülyalar geçire geçire. Aniden karşınıza çıkan birileri başörtünüze, sizi siz yapan unsurlara sataşır, alaya alır, küçümser, yok sayar, tahkir eder, hatta küfrederler. Ne olup bittiğini anlamadan fiziksel ve duygusal olarak tacize uğramışsınızdır. İçinizdeki derin hasarı duyumsamaya başlarsınız çok geçmeden. Küfürler, aşağılık laflar zihninizde patlar durur. Yaralanırsınız, çünkü yaptığınız bir zulmün, haksızlığın karşılığını bulma değildir bu. Nedensizdir.Bu tahkir edilme, aşağılanma, en dar dairede, aileden başlar ve devletin organlarına kadar genişler. Evde anneniz, babanız ya da kayınvalideniz ya da eşiniz sizi aşağılar, tahkir eder, küçümser, alaya alır, yok sayar, insan yerine koymaz. Ya da küçük bir topluluk içinde bunu yaşarsınız. Bir sınıfta, küçük bir grubun içinde, işyerinde vs. Ya da üniversite kapısında, hocanız tarafından ayrımcı bir muameleye tabi tutulursunuz. Ya da şu an Mısır’da olduğu gibi kendine değil de elindeki silaha güvenen birtakım güçler sizin haklarınızı gasp eder, size, “Bir hiç hükmündesin” muamelesi yapar.Küçük düşürülmenin yarasıKüçük düşürülmenin, tahkir edilmenin, yok sayılmanın, alaya alınmanın yarası nasıl şifa bulabilir, hasarı nasıl tamir edilebilir?Said Nursi’nin On Üçüncü Şua’da anlattığı ve bizzat yaşadığı bir deneyim bize ilginç bir ipucu veriyor. Haksız yere, sırf Kur’an ayetlerinin tefsirini yazdı diye, evet sırf bunun için kendisi ve talebeleri tutuklanır, mahpushaneye konularak zulme maruz bırakılırlar. Mahkeme günü gelir çatar. Mahkemede Said Nursi öyle sus pus oturmayacaktır elbette. Bütün hazırlıklarını yapmış, kendini değil Risale-i Nur’daki hakikatlerin savunmasını yapacak, hak ve hakikatin tecellisi için çaba ve emek sarf edecektir.Said Nursi’nin (bilhassa eski Said’in) hiddetli ve zulme boyun eğmez bir kişiliğe sahip olduğu herkesçe malumdur. İzzet damarını tahrik ederek, onun bir maraz çıkarmasını arzulamaktadırlar birileri. Kendisi ve talebeleri, canilere eş muameleye tabi tutulup, mahpushaneden mahkemeye askerlerin arasında elleri kelepçelenerek götürülür. Amaç onları izleyen halkın nazarında küçük düşürülmelerini sağlamak, böylelikle Said Nursi’yi hiddetlendirmek ve bundan yararlanmaktır.Evet, beklenen zuhur eder. Kendi ifadesiyle, eski Said damarı kabarır ve “şiddetli bir hiddet,” duyar. Ancak bu hiddeti kısa sürede söner, sönmekle de kalmaz, “Kemâl-i iftiharla, şükür ve sevinçle bu vaziyeti karşılamak lâzım” diyeceği bir algı düzeyine yükselir. Kısa bir zaman diliminde onu şiddetli bir hiddetten elleri kelepçeli hallerine sevinç duyma, hatta şükretme durumuna getiren nedir?Hiddetin ardından Allah’ın yardımı ulaşır. Nursi’nin hatırat-ı kalbine şu gelir: Elleri kelepçeli bu mazlumlar, “Zîşuur ve had ve hesaba gelmeyen melek ve ruhanîlerin ve insanlardan ehl-i hakikatin ve ashab-ı vicdanın ve iman-ı tahkikî sahiplerinin nazarlarında, hak ve hakikat ve Kur’ân ve imân yolunda bu asra meydan okuyan bir kahramanlar kafilesi suretinde” görünmüşlerdir. Elleri kelepçeli bu kahramanlara, sayısız melek, ruhaniler, hakikat ehli, vicdan sahibi insanlar teveccüh gösterip “Bu asra meydan okuyan bir kahramanlar kafilesi” olarak addetmişlerdir. Artık onlar sadece insanların nazarında değil meleklerin nazarında da birer kahramandırlar. Bu ise “Rahmet-i İlâhiye’yi ve kabul-ü Rabbâniye’yi gösteren” bir işarettir. Artık “mahdut bir kısım serseri ve haylâz ve sefihlerin tahkirkârâne nazarlarının hiçbir ehemmiyeti olamaz.”Ne bu dünyada ne de...Ne zaman tahkire, haksızlığa uğramış, küçük düşürülmeye çalışılmış, alaya alınmış, hakları gasp edilmiş selim kalpli, masum bir insanın hikâyesiyle karşılaşsam, Bediüzzaman’ın yaşadığı ve anlattığı bu tecrübe aklıma düşer. Onlar, derim içimden, meleklerin kahramanlarıdır. Meleklerse, kahramanlarını ne bu dünyada ne de öteki dünyada asla unutmazlar.Önemli bir teselliciHiçbir peygamberin hayatı kolay geçmemiştir. Envaiçeşit sorunla, dertle, tasayla, zulümle karşı karşıya kalan peygamberlerin birbirinden çetin bu zorluklar karşısındaki tutumu ne olmuştur? Yılgınlığa, umutsuzluğa nasıl düşmemişlerdir? Musibetlere nasıl dayanmışlar, başlarına gelen olaylarla nasıl başa çıkmışlardır? Bu soruların cevapları kendi hayatlarımızda bize önemli ipuçları sunabilir. Peygamberler tarihini tekrar tekrar okuyarak; insan olmanın nasıl bir şey olduğunu onlar üzerinden yeniden yeniye idrak etmemiz gerektiğine inanırım. Bu konuda birçok kıymetli eser olmakla birlikte, İhsan Atasoy tarafından kaleme alınanı (Nesil Yayınları) en severek okuduğum.Annelerin ünlü sözleriGeçen hafta Twitter’da annelerin tipik sözleriyle ilgili açılan “Hashtag”de beğendiklerimden bazıları şunlar oldu:-Evlenince ne yapıcan-Seni alan üç güne geri getirir-Seni ilk isteyene vereceğim-Ben beş dakikalığına komşuya gidiyorum, yarım saat sonra yemeğin altını kapat-Akşam yatmak bilmiyorsun sabah kalkmak bilmiyorsun-Bari su içtiğiniz bardağı kaldırın-Şu odanın haline bak, erkekler bile senden daha toplu-Bu kağıtlar lazım mı bak bir, lazım değilse atacağım, kalabalık yapıyor-Soğuk su içiyorsun sonra da hasta oluyorsun-Sıkı giyin üşütme-Aman çocuğum derslerine iyi çalış. Evden okula okuldan eve git gel. Siyasi şeylere karışma, kimseye karışma-Çıkartıp çıkartıp atıyorsunuz-Babası kılıklı-Oğlum kapat o bilgisayarı-Sana güveniyoruz da ortam kötü yavrum-Fenerbahçe senin karnını mı doyuruyor
↧