Quantcast
Channel: ZAMAN-YAZARLAR
Viewing all articles
Browse latest Browse all 11844

Selim İleri - O günlerde Sultanahmet

$
0
0
Ergenlik çağımdan günlerdi; babam, “tarihî” İstanbul’u “görmem ve öğrenmem” için yaz sonu günleri, güz günleri İstanbul gezilerine götürürdü.Gerçekten, 1950’lerin sonunda, hele 1960’larda İstanbul git git başka bir şehir oluyordu. Tabiî bugünün korkunç, azman değişmeleriyle, değiştirimleriyle benzeşmeyen, kendi çapında, iyi kötü ‘uyum’la büyüyen bir İstanbul. “İstimlâk” İstanbul’u ama; yabancı gezginlerin yüzyıllar boyu anlata anlata, öve öve bitiremedikleri silueti yerli yerinde...Levent, Etiler gibi yeni semtler, Hilton Oteli, ilk ‘yalı apartmanlar’, şu bu, birdenbire “tarihî” İstanbul denmesine yol açmıştı. Annemin babaannesi Feride Hanım yıllarca Horhor’daki ahşap, küçük evinde oturmuşken, orası sadece Horhor’ken, birdenbire Horhor’un da tarihî İstanbul’da kaldığı söylenir olmuştu...O zamanların güzelim bahçe içi Levent evleri bile pek beğenilmezdi. Levent için “Kışın kurtlar iner oraya” dendiğini hatırlıyorum.İşte o günlerde bizim İstanbul gezintilerimiz başladı. Sultanahmet’e birkaç kez gittiğimizi unutamam.Bu, tarihî İstanbul, aslında daha eskilerde gönül yakmış. İlk izlenimler, gözlemler, ilk tespitler şiirde, romanda, öyküde. Yahya Kemal’in “Kocamustâpaşa” şiiri sözgelimi. Peyami Safa Fatih-Harbiye’siyle büsbütün vurguluyor.Geçenlerde bir inceleme kitabında okudum, Peyami Safa için, kesin tercihi Fatih’ten yanaydı deniliyordu. Bu konu beni hep düşündürür: Fatih-Harbiye’de Neriman’ın eski semtine pişmanlıkla dönüşü, Harbiye’den yaşlı bir Beyaz Rus’un, “yaslar giyinmiş bir ecnebî kadın”ın keskin, irkiltici uyarılarıyla, hazin hikâyesiyle gerçekleşir.Pek üzerinde durulmamış ama, ‘sentez arayış’, Peyami Safa’da sık sık karşımıza çıkar. Server Bedi adına sığınarak kendi siyasî kisvesinden kurtulabildiği Cumbadan Rumbaya göz ardı edilemeyecek bir belgedir...Tarihî İstanbul, öyle sanıyorum ki, yenilerde yitirdiğimiz Leyla Erbil’i de çok ilgilendirmiş. Son eserlerinde, örnekse Üç Başlı Ejderha’da ve Kalan’da taa Bizans’a kadar uzanıyor, bugünkü siyasî çıkmazlara onca eskilerden sesleniyor.Üç başlı ejderha...Gelelim Sultanahmet gezintilerimize. Bizans’ın Hipodrom’u benim için her şeyden önce o müthiş eski anıtlardı. Eşsiz Leyla Erbil’in “üç başlı ejderha”sı hem ürkütür hem gönlümü çelerdi.Yıllar sonra okudum; 1740 doğumlu, Ermeni tarihçi-eğitimci Sarkis Sarraf Hovhannesyan anlatıyor: “Birçok kısımdan meydana gelen diğer bir taş anıt sağlamlığından ötürü şaşırtıcıdır. Bu, bronzdan yapılmış ve birbirine sarılmış üç yılan biçiminde bir âbide olup, bunun baş kısmı Sultan I. Süleyman’ın ünlü veziri İbrahim Paşa tarafından bir merasim gününde topuzla ve kazaen yarısından kırılmıştır.” (Elmon Hançer’in çevirisi.)Evliya Çelebi tam öyle anlatmamış, onunkinde İbrahim Paşa yok. Evliya Çelebi’ye göre, Yılanlı Sütun ya da Burma Sütun dediğimiz anıt, İstanbul’u yılan, çıyan, akrep gibi korkunç, zehirli hayvanlardan korurmuş. Sultanahmed Camii yapılırken bir kısmı toprak altında kalmış. Bu yüzden boyu kısalmış.Evliya Çelebi, II. Selim diyor, at üstünde geçerken “bozdoğan mücevher topuz”la “ejder sureti”ne vurmuş, topuz ejderin batı tarafına isabet etmiş, çenesi kırılan ejder başı artık yılanlardan koruyamaz olmuş İstanbul’u.Burma Sütun’un tılsımına da inanıyor Evliya Çelebi. Öbür “kelle”lere de bir şey olursa, İstanbul’u akrep, çıyan basar kaygısında... Ama sonunda olanlar olmuş.Babam, yılan başlarından birinin Arkeoloji Müzesi’nde olduğunu söylemişti. Tarihî İstanbul gezintilerimizde Arkeoloji Müzesi’ne birkaç kez gitmiştik; yılan başını gördüm mü, çıkaramıyorum.Yıkık yıprak İbrahim Paşa SarayıSultanahmet’te her şey tarih, hatta söylence, geçmiş zamandı. Bugünkü kadar bayındır değildi o zamanlar. Yıkık yıprak İbrahim Paşa Sarayı’nın görünümü aklımda. Şehzadeler, Mustafa, Selim ve Mehmed’in sünnet düğünleri burada yapılmış. Dikilitaş’a gösteri, hüner uğruna çıkmak isteyenler arasında ölenler olmuş. O Dikilitaş daima gözümü alırdı.Sonra meşhur Kanlı Çınar! Yüzyıllara meydan okumuş Kanlı Çınar benim için bir tarihî anıt gibiydi. Zaten, İstanbul’un böylesi çok uzun ömürlü ağaçları, her düşünüşümde, coşkular uyandırırdı. Yalnız İstanbul’un mu? Elbette Bursa’nınkiler de. Lise ders kitabımızda “Bursa’da Zaman”ı okuyunca çok şaşırmıştım: Tanpınar asırlık, yorgun ağaçların tanık olduklarından söz açıyordu. Ben de hep o tanıklıkların peşindeydim...Celâlî isyanlarının yansıması kargaşalar, ayaklanmalar İstanbul’u her gün sarsıyor. Avcı Mehmed dönemi. Yeniçeriler ayak divanında ısrarlı. Derken isyan büyüyor, öldürülenler buraya kadar getiriliyor, Kanlı Çınar’ın altına. Meydandaki çınara asmışlar öldürülenleri! Gözümün önüne gelirdi.Fakat talihsiz çınarın başına gelenler bundan ibaret değil. Zaman geçecek, Yeniçeri Ocağı söndürülürken, idam edilmiş yeniçerilerin cesetleri de Kanlı Çınar’a asılacak! “Vakvak ağacı” sözü o günlerden sonra galiba.Sedefkâr Mehmed Ağa’nın inanılmaz güzellikteki Sultanahmed Camii’ni daha önce yazmaya çalıştım. Tanpınar’ın Beş Şehir’ini okuyan her okur, onun Sultanahmed Camii anlatımı karşısında donakalır. Sultanahmet Meydanı’nda olup bitenler, yüzyıllar içinde o kanlı ayaklanmalar, zorbalıklar, isyanlar, bu görkemli tapınağa yaklaştıkça diner, uğultular kesilir. Bugün bile, Sultanahmet’in yakıcı, gürültücü patırtıcı turizm yoğunluğunda, Sultanahmed Camii birdenbire sessizlik, dinginlik olup çıkar.Bu kez en eskilere dönmek, en eskileri yazmak istiyorum. Kim bilir, 1960’larda hangi gündü. Tarih, sanat, mimarî, süslemecilik konusunda hemen hiçbir şey bilmediğim halde, camiin çinileri, kubbe pencerelerinden yansıyan ışıklar ortasında, rüyayı andırır bir etki bırakmıştı. O kadar çini ışıltısını, ancak çinilerde o kadar sır ışıltısına kavuşabilen narçiçeği kırmızısını, yeşili ve uçsuz bucaksız maviyi ilk kez görüyordum.Yaşlanış, biraz da bazı şeylerin birer ikişer eksilişi. Taşıt trafiğine kapatıldığından beri Sultanahmet’e pek ender gidebiliyorum, uzun yürümelerde zorluk çektiğim için. Fakat bütün görünüm belleğimde.Demin camie girer girmez, daha büyük avluda hissedilen sessizliği söyledim. Tanpınar’ın yazıklanışını alıntılamadan geçemeyeceğim yine de:“Ne yazık ki içinden sükûnet ve huzurun ve murakabenin ta kendisi olan zamanı bize bir ney faslı gibi sunan bu şaheser bittiği tarihten (I. Mustafa zamanı) 1826’ya kadar ardı arkası kesilmeyen ihtilâllere şahit oldu. Kinle, ihtirasla kudurmuş kitleler yedi başlı ejderhalar gibi kapısını dövdüler, avlusunun ravakları altında kanlı müşavereler yaptılar. Minberlerinde en kanlı fetvalar okundu. Osmanlı tarihinin 1826 tenkiline kadar bütün mide, bünye fesadı ona doğru aktı.”Biraz ötelere gidin, meydanları, Hürrem Sultan Hamamı’nı geçin, Tevkifhane Sokağı’nın sapağında, küçük, yapısı yenilenmiş bir türbe, Sancaktar Baba Türbesi bütün erinciyle sizi karşılayacak. İhtiraslar, kin, kibir, karanlık dünya işleri burada susuyor. Bitişiğindeki Yeşil Ev’de sadece ince bir su sesi...

Viewing all articles
Browse latest Browse all 11844

Trending Articles


Mide ağrısı için


Alessandra Torre - Karanlık Yalanlar


Şekilli süslü hazır floodlar


Flatcast Güneş ve Ay Flood Şekilleri


Gone Are the Days (2018) (ENG) (1080p)


Istediginiz bir saatte uyanabilirsiniz


yc82


!!!!!!!!!! Amın !!!!!!!!!


Celp At Nalı (Sahih Tılsım)


SCCM 2012 Client Installation issue