Sen benim söylediklerimin ham yanlarından alınma. Sözün iyiliği senden, dikeni, çapağı benden. Hem ben sana da konuşmuyorum. Kimseye de bir şey demem. Söz içe akar.Kendisine. Bir kez olsun kendi meyvesini yoklamayan söz başkasına nasıl varsın? Bilmez misin kuş yumurtadan çıkar da günlerce uçmayı bekler. Benim sözlerim de öyle. Daha yumurtada. Çıkar mı çıkamaz mı, kim bilir? Ama kalpte saklı olduğunu bil isterim. Yalnızlığın kuyusunda çok bekledim. Gönülden. Kimse beni buraya bu kuyuya atmadı. Kardeşlerimi ve seni zalimlikle suçlayamam. Benim için ötekisi yok. Kötü de yok. Suçlu da. Bana bakarım ben hep. Baktım. Çıplak ve dilsiz kalmak hünerse hem sözde hem şiirde hem alışverişte hem güzellikte hem varlıkta hem yoklukta, işte ona inandım ben. Onu diledim. Bilmeni isterim. Oruç şimdi rüzgârda salınan bir ekin tarlası ya, konuşma cesaretim ondan, o iklimden.Tanrı’yı sokakta bulmadım benBil, Tanrı’yı sokakta, kavgada ve sloganlarda bulmadım ben. Aramadım da. Yoklamadım şiddetin sözünü. Bir ince kadının, babaannemin, o ince gülümseyişin, o narlı ateş çiçeğinin, bir gelimli gidimli dünya meleğinin dizlerinde yatarken daha dört yaşında bir çocuktum. Yanmış saman ve taze ekmek buğusu içinde buldum Tanrı’yı. O zamandan beri inanırım. Kimseye vermedim onu. Kimse sökemedi dilimden. Ama bu taşçılar, ama bu duvar yazıcıları, ama bu ölüm kutsamacıları, ama bu basma ölçenler, ama bu altın biriktirenler, ama bu Tanrı’ya karşı bina üstüne bina inşa edenler, buz çağı sözcüleri, onların ve onların bütün eşkalleri çok üzerime geldiler. Ben her seferinde abdallığıma, kovuğuma, dilsiz ve çıplaklığıma koştum. Onu kimseye gölgeletmedim. Kimsenin gölgeliğine de sığınmadım. Soğukta, ayazda, ıssıda, yabanda, yalımda kaldım.Arkamdan seslendiler kem sözlerle bir vakit benim. Yine vardır o sözler lakin nicedir duymaz kulağım. Bunlar dediler. Bu tipler. Bu ipeği gözetenler. Bu dillerinden ateşi uzak tutanlar. Bu kanun ve karnaval karşıtları, bu bebeklerin saflığından, bu çimenlerin kokusundan dem vuranlar. Bunlar, suyun hakkı olduğunu söylüyorlar. Hah hah hah. Göklerden gelen karar varmış, diyorlar. Dağ da konuşur, dağ da konuşur, dinlesen dağ da konuşur diye başlıyor mektuplarına bunlar, diyenleri çok duydum. Bir kez olsun, kırılmadım, diş bilemedim. Öfkelenmeyi, taş yontmayı değil kitap karıştırmayı, kaya tırmanışı öğrenmeyi, alıp başını gitmeyi, şiirler ezberlemeyi, dostların koluna girmeyi, peynir, zeytin ve incire gönül vermeyi tercih ettim. Hâlâ da ederim. Üzümü, zeytinyağını, domates gözünü, fasulye kırığını, balık dişini, kar püskürmesini, iğde rüzgârını, su kıvrılışını işaret, dil kabul ettim.Yoksul methiyecisi değilim lakin bir yoksulun ağız kenarındaki çukuru çok iyi bilirim. Görünce ilkin benim dudaklarım kurur. Koluna girerim sözle. Gözlerimle canımı ona teslim ederim. Bir sofraya oturduğumda, bir Ramazan sofrasına konduğumda, eğri bir kaşığın üstüne sinen ölüm ışığını görürüm de şükürden şakımasına engel olmam asla dilimin. Yeryüzü de sadece meyvelerden, yiyecek içeceklerden bir sofra değildir gözümde. Söz de sofradır. Aşk da. Ahlak ve emek de bir sofradır. Çağırarak gireriz sofrasına şiirin. Kötünün mendilini ipek sayıp katlamayız. Tanrı’nın boyasına boyanmak bir keçi sesinde de yankılanır, uçurumdan yuvarlanan bir kayanın kayboluşunda da…Dünyanın gelip geçiciliği kötü değildirSen benim söylediklerime alınma. Koynuna sokup ağırlığıyla yorulma. Onu borç bilip taşıma. Yoksunluktan söz açacağım bir vesileyle ama yormak ve yorulmaktan çekinirim. Hem dünyanın gelip geçiciliği kötü değildir. Ondaki tatlı sürtünmeyi duy. Müziğine kulak ver kıpraşıp duran ikindi ağaçlarının. Bir perde ki ne zaman sallanır, oradaki hareketin peşine düşerim. İyice açarım gözlerimi. Hareketi, kainattaki hareketi hissederim. Hatta o olurum. Bir konser salonunda, bir süre sonra, dinleyicilerden her biri bir saza benzer ya, ayakları, kolları, omuzları, ağzı, elleri bir şekilde oynar, ritim tutar, harekete katılır ya! Sen de öyle yapabilir, kendi müziğini keşfedebilirsin. Hayat da öyle, şüphesiz bir orkestra çalıyor, üstte, bir yerlerde. Şimdi, durmak da bir harekettir diyeceğim. Hatta asıl hareket durmaktır diyeceğim… Durmasını bilenler temsil eder asıl hareketi, değil mi?Unutacak değilim, benim bir şeyi büyük görmem onu büyük yapmaz. Yüceltmez de. Bak, güneşi uzaktan küçük görürüz de dünyadan büyüktür. Deve de yanımızda uzundur lakin uzaklaştıkça nokta nokta kaybolur. Büyük ne yüce ne? Bunun bir formülü olsaydı hiç kıskanmaz söylerdim. Ama ben adımların uzunluğu ve sıklığı ile değil, yol ve niyetle ilgilendim hep. Nice hızlı heveskar tez geri döndü ya da telef oldu aceleden, erken kalkmak, kahraman olmak sevdasından. Her gün milyonlarca fotoğraf çekiliyor da dünya ne bir gram eksiliyor ne de şekil değiştiriyor, bu bana tuhaf geliyor işte. Her şey herkes bir yerden bir şey koparıp sökerken, aman, ne bir kalbi kır, ne de söküp at birini derinden. Onu bilir, bunu söylerim ben.Gelecek olacak mı? Bir daha yüz yüze, kelime kelimeye, göz göze, cümle cümleye karşılaşabilecek miyiz? Bir oruç iklimi bir oruç gökkuşağı daha geçecek miyiz? Kim bilir? Fakat geçmiş, tıpkı filozofun dediği gibi, hayat olarak geçmişe doğru yorumlanan ve geleceğe doğru yaşanan geçmiş bize bir şey telkin eder. Kimse ama hiç kimse esasta bir şey değildir ve bir şey olarak kalmayacaktır. Lakin dost, lakin can, lakin özümün kemiği, lakin zamanın yüksek şiiri, ötesi, ötesi hep var olacak. O ötesi, daha ötesi ne olacak diye sorma. Bilmenin değil aramanın, kalmanın değil gitmenin mecnunuyum ben. Burada kalsın bütün krallar. Soytarılar. Çok haklılar. Mutlak haklılar. Bak çocuklar hiç yarının ne olduğunu bilmezler de en çok ve en çabuk onlar büyürler. Zihnin ve aşkın meyvesini onlar devşirirler. Yalın, yalnız, bir ve özgür kalırlar. Çocuğum benim. Ötesi yok. Daha ötesi de…
↧