Düdüklü tencere, yemekleri daha hızlı ve daha az enerji ile pişirmeye yarar. Tencerenin içine sıkışan su buharının oluşturduğu yüksek basınç hızlı pişirmeyi sağlar.İşin püf noktası, fazla basıncın dışarı atılmasıdır; aksi takdirde tencere patlar. Klasik sisteme göre fazla buhar ince bir borudan dışarı atılır. Bu borunun üzerine konulan konik ağırlık, buharın kontrollü bir şekilde çıkmasını sağlar. Basınç arttıkça düdüğün sallanma ritmi ve sesi artar. Şayet ses çıkmıyorsa durum tehlikelidir; düdük tıkanmış olabilir. Bu durumda patlamayı önlemek için, sigorta gibi görev yapan yumuşak lehimli başka bir çıkış ağzı bulunur. Aşırı basınç, nispeten daha az mukavim bu çıkışı açarak kendine bir yol bulur ve patlama engellenir.Düdüklü tencere kullanmayabilirsiniz. Nitekim bazı hanımlar, korktukları için kullanmazlar. Ancak mesele sadece zaman ve enerji kazanmaktan ibaret değil; bazı yemekler düdüklü tencere ile daha lezzetli olur. Düdüklüde pişen mercimek çorbasının kıvamlı olması gibi. Keyif sizin; ama düdüklü tencere kullanıyorsanız o fazla basıncın, düdüğün çıkardığı ritmik ses eşliğinde boşalması gerektiğini bilmeniz gerekir. Sessizlik sonu felaket olan tehlikeli bir patlamanın “geliyorum” işaretidir.Eylül ayı, bilemediniz ekim ile birlikte bir “patlama” beklentisi oldukça yüksek. İddia edildiği gibi herkes tezgahını açmış, asıl aktörün yani kitlelerin sahaya inmesini bekliyor ve son hazırlıklarını yapıyorsa o zaman bu beklenen isyanın dinamiklerine eğilmemiz ve iş işten geçmeden sorunu çözmemiz lazım. Derinliği olan bir bakışa ve anlayışa ihtiyacımız var. Sosyolojik muhayyile, kitlelerin rol aldığı bu tür eylemleri anlamak için seferber edilmeli. Komplolar sonuçlara odaklanır, sebep üretemezler. Sebeplere eğilmeyenler ise yapıcı roller üstlenemezler. Düdüklü tencere teorisini, basit komplo teorilerine alışkın olanlar için aynı basitlikte bir sosyolojik açıklama modeli olarak öneriyorum. Düdüklü tencereyi ocağa koyup, bütün komploları unutup sadece gözleyin.Çoğu psikolojik nitelikli bireysel karşılaşmalardan toplumun bütününü kuşatan etnik veya mezhebî kutuplaşmalara kadar daracık kapalı bir alanda basınç birikiyor. Bu basıncın devlet katında doğrudan temsil edilenlerde değil de, dışarıda kalanlar arasında birikmesi son derece doğal. İktidarlar, demokrasinin denge ve fren mekanizmaları içinde bu basıncın boşalacağı kanallar oluşturmakla mükelleftir. Katılım, çokkültürlülük, özgürlük alanlarının korunması demokrasinin şeklî kurumlarının ve mekanizmalarının yanında, bu basıncı boşaltacak çoğulcu kanalları açık tutar. Toplumdan muhalif seslerin gelmesi, düdüklünün basıncı boşalttığını gösterir. Ritmin artması ve sesin yükselmesi basıncın arttığına işarettir. Yapılacak iş ocağın altını kısmak. Tersine, basıncı kontrollü bir şekilde boşaltan düdüğü sabitleyerek ses çıkarmasını engellerseniz, eninde sonunda bir patlama ile karşılaşırsınız. Benzetmeyi ilerletelim. Yavuz Baydar, düdüklüde biriken basıncı bize haber veriyordu. Hasan Cemal, Can Dündar gibi kalemi kuvvetli gazeteciler ise o basıncı düzenli bir şekilde boşaltan düdüklünün tepesindeki konik ağırlığı temsil ediyordu. Bu ülkenin eleştiriye ihtiyacı olduğunu söylemek basmakalıp bir söz. Daha ötesi, iktidarların yönetebilmek için biriken basıncı boşaltan eleştirilere ve eleştirenlere daha fazla ihtiyaçları var.TRT’de yayımlanan Leyla ile Mecnun, Gezi felsefesini berrak bir şekilde yansıtan etkileyici bir dizi ve üretilen zekice esprilerin en zengin kaynağı. Temel felsefe çok sade: Bütün klişelere karşı olmak. Bu klişelerin arasında 11 yılın sonunda kaçınılmaz olarak bir klişeye dönüşen iktidar da var. Düdüklü tencere içinde patlama noktasına yaklaşanları bir araya getiren ortak payda ise işte bu anti-klişe arayışlar. Basıncı müzikal bir ritimde boşaltan bu anti-klişe felsefeden yeni bir tez üretemezsiniz; ama düdüklü tencereyi aşıp, buhar makinesinin çalışma prensiplerine ve doğal olarak salim bir ekim ayına ulaşabilirsiniz.
↧