Türkiye’de yaşadığımız tecrübe ve Mısır’daki darbeden sonra “din ve cemaat yapılarının siyasetle ilişkisi”ni konu alan tartışma vuzuha kavuşmadan ne Mısır bir hal yoluna girecek ne Türkiye’de sular durulacak.Tartışma yalnızca siyasette İslamiyet’i referans alan İslamcıları veya dindar-muhafazakar kimlikli siyasetçileri ve kesimleri değil, laik kesimlerin tamamını, özellikle Batı siyaseti adına İslam dünyasında sahnede yer alan liberalleri yakından ilgilendirmektedir. Onların da tartışmaya katılması aynı şekilde zaruridir, ama öncelikle İslamcılar ve dindar çevrelerin bu kritik konuyla artık yüzleşmelerinde hayati zaruret var. Belirtmek gerekir ki cemaat yapılarının siyasetle ilişkisi “radikal kopuş” veya “red” temelinde şekillenmiş değildir. İster Muhammed Abduh ister Said Nursi olsun, siyasetle aralarına mesafe koyanlar verili duruma bakarak “Şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınmışlar”dı. Üstad’ın şu söyledikleri bunun delilidir: “Bir zaman bu garazkârane tarafgirlik neticesi olarak gördüm ki: Mütedeyyin bir ehl-i ilim, fikr-i siyasîsine muhalif bir âlim-i sâlihi, tekfir derecesinde tezyif etti. Ve kendi fikrinde olan bir münafığı, hürmetkârane medhetti. İşte siyasetin bu fena neticelerinden ürktüm, “Eûzü billahi mineşşeytani vessiyase” dedim, o zamandan beri hayat-ı siyasiyeden çekildim.” (Mektûbât, 267) Abduh da, Üstad da biliyordu ki “iyi siyaset” mümkündür. Dünya işlerinin ilahi değerler, hüküm ve hudutlara uygun yürütülmesi işi Kur’an’ın emridir ki bu ancak iyi siyasetle tahakkuk eder. Hz. Peygamber (sas) bunun somut pratiğini (sünnet ve siret) ortaya koymuştur. Dört halifeden son Osmanlı’ya kadar “iyi siyaset ve iyi siyasetçi” örneklerini göstermek mümkündür. Cemaatlerin şu veya bu düzeyde siyasetle ilişkili olmaları biri “sosyolojik”, diğeri “politik” olarak kaçınılmazdır. İslam toplumlarında siyaset sosyolojisi bu ilişkinin mahiyeti, tarihsel ve modern kent dokusu göz önüne alınmadan anlaşılamaz. a) Sosyolojik olarak kaçınılmazdır, zira siyaset doğası gereği “sosyal olay”dır. Cemaatler de birer sosyal oluşumdur. Ancak sosyal olay siyasetten ibaret değil, bir cüz’üdür. Cemaatler açısından da siyaset toplumsal yapıların ve faaliyet alanlarının ancak bir bölümünü teşkil eder. Siyaseti merkeze alan “siyasal İslam” ise faaliyet alanlarının neredeyse tamamını siyasete hasreder. b) Modern devlet bürokrasi ve parlamento (meclis) üzerinden toplumsal hayatın tamamını organize eder, yönetir. Eğitimle de zihinleri kontrol eder. Bürokrasi ve parlamento siyasi karar ve süreçlerden oluşur ve iş görür. Böyle rafine bir totalitarizmde hiçbir toplumsal grup siyasetten bütünüyle bağımsız kalamaz, siyasetten radikal kopamaz. Durum bu merkezde iken seküler siyaseti referans alan, Hıristiyanlıkla yaşadığı kavganın etkisinde “göklerin krallığını yere indirip” iktidarı halka devrettiği iddiasıyla ortaya çıkan Aydınlanmacı siyaset -özellikle liberal demokrasi- İslamiyet, siyasi İslami hareketler ve İslami cemaatler karşısında nasıl bir tutum takınacağına -en azından felsefi ve teorik olarak- karar veremiyor: Kendi istisnai tarihine ve fikri kaynaklarına bakınca dini ve cemaatleri siyasetin dışına itmek gerektiğini düşünüyor. Oysa İslam ülkelerinde siyaset din olmadan yürütülemez. Dini ve cemaatleri İslami referanslarıyla kabul ettiğinde ise demokrasi liberal ve batılı formundan çıkıyor. Mısır İhvan’ı ana gövdesi cemaat, faaliyet alanının bir bölümü siyasete ayrılmış olan tipik bir örnektir. Türkiye’de özellikle Nur cemaatleri ise Üstad’dan hareketle fiili durumun icaplarına göre hareket ediyorlar; halin fıkhı bunu gerektirir, başka seçenek yok. Burada ister İhvan ister Nur cemaatlerinin önüne iki yerden itiraz geliyor: Biri siyasi paradigması gereği “liberal demokratlar” ki bunlar dini siyasetin dışına çıkarıyorlar; diğeri İslamiyet’i referans almadığı halde “dindar kimliğini ve dindarane görünürlüğü”nü siyasete taşıyan “muhafazakar demokratlar” onlara “siz cemaatsiniz, oy verdiniz, orada durun; siyasi işler, yasa çıkarmak ve yürütmek bize aittir” diyorlar. Pekiyi bu sorunu nasıl çözeceğiz?
↧