Anlaşılması alabildiğine kolay ve alabildiğine zor bir dünya içinde yaşıyoruz desem bilmem bu tespitime katılır mısınız?Misal vereyim; dünyaya geldiğimiz gün ahirete gitmeye; daha edebi bir dille ifade edecek olursak doğduğumuz gün ölmeye başlıyoruz biz insanoğlu. Hadis olarak da rivayet edilir zaten; “Ölmek için dünyaya gelir, yıkmak için binalar yaparsınız.[1]” Sadece insanoğlu mu? Hayır, kâinatta bulunan canlı-cansız bütün varlıklar aynı kaderin mahkumu, aynı yolun yolcusu. O zaman çok rahatlıkla diyebiliriz; gitmek için gelmişiz dünyaya, ölmek için doğmuşuz dünyada. Halbuki gelmek ve gitmek, doğmak ve ölmek; birbirine zıt anlamlar taşıyan iki ayrı kelime ve kavram. Ya da biz öyle görüyoruz.İşte bu sebeple dedim anlaması zor ve/ya kolay bir dünyada yaşıyoruz diye. Yukarıdaki cümleler bunun zorluğunu açık seçik olarak anlatıyor; pekala “kolay” demeye nasıl izah getiriyorsunuz derseniz; bir tek kelime ile; iman. Allah’a, peygamberlerine, kitaplarına inanan insanlar için o kadar sıradan bir bilgi ki bu, hatta diyebiliriz imanın üzerine oturduğu temeldir. Evet, doğma dünya hayatı için bir başlangıç; ama ölüm dünya hayatı için bir son olsa da berzah ve ahiret hayatı için bir başlangıç.Bayramı da buna benzetiyorum ben. 30 günlük oruç sonrası bayram yaparız; bu noktada bayram Ramazan’a veda fakat bayram sonrası farklı bir hayata başlangıçtır. O farklı dediğimiz hayatta artık orucun yeri yoktur; eş-dost-akraba, fakir fukara ile birlikte yenen iftar sofraları da yoktur; teravih namazları, ona ilave edilen ferdi teheccütler, Ramazan’da yapılan yoğunlukta evrad u ezkârlar da yoktur; fakir fukarayı zekat, sadaka ile gözetme de yoktur.Şimdi durun? Doğru mu bu dediklerim? Ramazan’da mı yapılıyor sadece bahse medar ameller? Bu önemli sorunun cevabını herkes kendi vicdanında ölçsün, tartsın, biçsin, kalbin en küçük atışlarına bile nigehbân olan Allah’a yalan söylenemeyeceğinin idraki içinde cevabı dosdoğru versin. Efendimiz’in (sas) uygulamalarında görüyoruz ki bayram ile Ramazan arasında bizim hayatımızda olduğu gibi ciddi bir uçurum yok. Oruç 30 gün art arda olmasa da yine var. Teheccüd, hayatı boyunca hiç aksatmadığı bir ibadet. Fakir fukara ile birlikte olma, onların yardımına koşma Efendimiz’in (sas) şahsiyeti, karakteri, evsafından ayrılması mümkün olmayan daimi düşünce inanç ve ameli.Sözü nereye getireceğim anlaşılmıştır umarım; bayram Allah’tan kopuk, emir ve yasaklarına itaatten uzak bir hayatın başlangıcı olamaz mümin için. Olmamalı. Eğer oluyorsa, bu bizim bayramın hakikatini idrak etmediğimiz, edemediğimizin göstergesidir.Bayram Rabb’e yakınlaşmanın kutlamasıdırPekala özetle nedir bayram? Ramazan bittiğine göre, neyin başlangıcı olmalıdır? Efendimiz’in (sas) hayatına bakarak bir iki noktasına temas edebiliriz.Her şeyden önce bayram Ramazan boyunca yapılan ibadetlere muvaffak olmaya karşı Rabb’e teşekkür zeminidir; öyle olmalıdır. Dikkat edin, ibadetlerin kabulü demiyorum; çünkü onu sadece Allah bilir; aksine oruca, teravihe, zekata muvaffak olma diyorum; diyorum zira ona istediği halde muvaffak olmayanlar da var. “İnanıyorum ve yapmak istiyorum ama” deyip gününü gün edenler de var. “Şeytan azapta gerek” derler ya; ihtimal şeytan bırakmıyor böylelerini. Öyleyse hiç de küçümsenemeyecek bu muvaffakiyet için Rabb’e teşekkür etmek gerekmez mi? İşte bayram bu teşekkür zeminidir.İbadetle dolu dolu geçen bir ay boyunca Rabb’e yakınlaşma adına bir mesafe kat etmiş olmalıdır insan. Ayetler, hadisler bunu açık ve net bir biçimde dile getiriyor zaten. Bu yakınlığı hissetme ayrı bir mevzu. Bazı hassas ruhlar hissedebilir; bazıları ise hissetmez. O ayrı bir mesele ve her ikisi de Allah’ın takdiri, lütfu. Ama objektif olarak şunu deriz ki; ibadetlerini yerine getiren herkesin bu yakınlaşmadan hissesi vardır. Öyleyse bayram, Rabb’e yakınlaşmanın kutlamasının yapıldığı günün adı olmalıdır. Dünyada ukbayı peyleyen bir misafir için bundan daha büyük bayram konusu olamaz zira.Bayram coşku değil mi diyebilirsiniz? Anne-baba ve büyüklerinin ellerini öpüp dualarını almayı nereye koyuyorsunuz da diyebilirsiniz? Aynı istikamette bizim bayramlarda yaptığımız örf-adet, gelenek-görenek haline gelmiş nice şeyleri de söyler ve bunlara yer yok mu sorusunu sorabilirsiniz? Hayır var ama bunlar sosyal hayatta sevincin, mutluluğun dışa yansıması ve paylaşılmasını ifade eden şeyler. Bayramın bu yönüne hiç girmiyorum bu yazıda ben. Onlar var ve olacak ama bunlar oluyor diye kendimizi laubaliliğe salıp bayramın asıl manasını unutmamak, muhtevasını zedelememek ve bir ayda kazandığımız şeyleri serseri mirasyedi çocuklar gibi birkaç günde harcamamalıyız. İşte hüzün Peygamberine ümmet olma şerefine sahip bizlerin, bunu ispat edeceği bir zemin bayram. Maalesef âlem-i İslam çapında Müslümanların derin problemlerinin olduğu bir alan burası. Her neyse...“Ramazan Bayramı namaz ve sadaka günüdür”Evet, Efendimiz bayram gününe namazla başlarken, cami ev arası yolculuğunu tekbirlerle, tehlillerle süslerken, “Ramazan Bayramı namaz ve sadaka günüdür” derken, “kim sevabını Allah’tan ümit ederek Ramazan ve Kurban Bayramı’nın gecelerini ibadetle ihya ederse, kalplerin olduğu gün onun kalbi ölmeyecektir[2]” bişaretini verirken, bizim bayramı oyun ve eğlenceden ibaret görmemiz ne kadar İslami ve ne kadar doğru?Ne kadar güzel der Hocaefendi bayramı tarif ederken; ‘Bayram, Ramazan’ın vârid-i hâssıdır.” Yani öz mirasçısıdır. Ne demek bu? Kendisi cevap veriyor; diyor ki: “Yani Ramazan’da sevap ve mükâfat adına ne va’d edilmişse, bayramda da onları bulmak, ayni semerelere sahip olmak mümkündür.” Üç günde mi diyenleriniz olabilir; ona da cevap veriyor: “Bayram bütün kısalığına rağmen haftaların, hatta ayların varidatını hayrını, bereketini ve ensesini bağrında saklayan bir zemindir.” Her bir kelimesinden eşyanın perde arkasına nüfuz kokan bir tespit bu ve benim gibi sıradan avam için büyük bir müjde.Sonuç; Ramazan’a veda ve Ramazan sonrası hayata yeni bir başlangıcın adı olan bayramınız mübarek olsun diyeceğim ama bunu mübarek kılma bizim elimizde. Rabb’im bizim liyakatimize, ufkumuzun sığlığına bağlı olarak istediklerimiz göre değil de kendi merhamet ve mağfiretinin enginliğine yaraşır ve yakışır tarzda bizlere lütufta bulunsun.[1] Beyhaki, Şuabu’l İman, 7/396; Deylemi, Müsned, 4/51.[2] İ.Mace, Siyam, 68
↧