İslam dünyasında bayramlar toplumda barışma, uzlaşma; kırgınlıkların, düşmanlıkların geride bırakılması, hayır işlenmesi için vesiledir. Ne yazık ki, bu Ramazan Bayramı’na Türkiye siyasi açıdan barışma ve uzlaşma değil, anlaşmazlıkların keskinleşmesi, kutuplaşma yönünde bir adımla girdi.Yasalar çerçevesinde doğru veya yanlış, haklı veya haksız oldukları bir yana, Ergenekon davasında 5 Ağustos günü açıklanan kararlar toplumu ikiye böldü. Bir kesim kararları, “derin devlet”in cezalandırılması olarak alkışlıyor, diğeri ise davanın muhalefeti tehdit ve susturma amacına hizmet ettiğini düşünüyor.Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne kadar uzanabilecek temyiz süreci, muhakkak ki hükümlülerin ve savunmanın dile getirdikleri hukuk ihlallerinin düzeltilmesi için bir güvence. Ne var ki, kendi tarihimizin, komşu ve uzak ülkelerde yaşananların defaatle gösterdiği gibi, siyasi kutuplaşmadan kimseye, hiçbir tarafa hayır gelmemiş, verdiği zararların tamiri çok acılı olmuştur. Çeşitli kesimlere ayrılan, parçalı bir toplum olan Türkiye’nin bugün en büyük ihtiyacı, farklı kesimlerini bir arada, uyum ve barış içinde yaşatmak. Ne yazık ki, iki yıl önceki genel seçimlerden bu yana yaşananlar bu açıdan çok karmaşık bir manzara çizmekte. PKK silahlı ayaklanmasına son vermek için bu yıl içinde atılan adımlar ne denli iyimserlik aşılıyor ise, başka alanlarda ilerleyen kutuplaşma karamsarlık veriyor.Büyük uzlaşmaya, büyük barışa ihtiyacımız var. Ergenekon davasında alınan kararlar toplumu kutuplaştırdı, ama ne iktidar ne de muhalefet tarafından olumlu karşılandı. Başbakan sözlerinin arkasında duruyor: “Genelkurmay Başkanı’na terörist diyenleri tarih affetmez!” diyor. Anamuhalefet partisi, kararları alan mahkemeyi “gayrimeşru” ilan ediyor. O halde AKP ve CHP, iki büyük parti, iç barış için el ele verebilir. Kişilere karşı değil ama devlete karşı işlenen, yani siyasi suçlara genel af yasasını gündeme getirebilir. Devlete karşı suç işlemiş olan kimselerin çoğu uzun tutukluluk süreleriyle, topluma teşhir olmalarıyla yeterince ceza gördüler. Af, çoğuna yanlışlardan vazgeçme, kendilerini düzeltme fırsatı verecektir. Üstelik, devlete karşı suçların, vesayet düzeninin haksız, adaletsiz ve yanlış politikalarından kaynaklandığı artık yeterince anlaşılmadı mı?Kutuplaştırmadan da kimseye hayır gelmez. Sayın Başbakan, seçim stratejisi olarak yurttaşları “ya benden yanasın, ya karşımda” tercihine zorlamaktan vazgeçmeli. Bu strateji oy tabanını genişletmeyip, ters tepecektir. Başbakan’ın iktidarını güçlendirmesinin yolu, toplumun olabildiğince geniş kesimlerini kucaklama stratejisine dönüştür.Geçen gün, “Why nations fail / Ülkeler niye başarısız olur?” başlıklı kitabın yazarları (Türkiyeli) Daren Acemoğlu ile James A.Robinson’ın “The snake that eats itself / Kendi kendini yiyen yılan” (Foreign Policy, 5 Ağustos) başlıklı yazılarında rastladım: Güney Afrika’da ırk ayrımı politikasını sona erdiren liderlerin başta geleni olan Nelson Mandela, siyahlarla beyazları uzlaştırma politikasının zirvesi olarak, geleneksel olarak ırkçı beyazların desteklediği bir ragbi takımı olan Springboks’un maçına gitmiş ve bu takımın formasını giymiş... Bu jest ile beyazlara, onların da toplumun bir parçası oldukları, iktidardan pay alacakları, seslerinin dinleneceği, haklarına saygı gösterileceği mesajını vermiş. Mandela’ya ülkesinde ve bütün dünyada olağanüstü saygınlık kazandıran işte bu strateji.NOT: Değerli okurlarım, bir hafta izin kullanıyorum. 20 Ağustos’ta buluşmak üzere saygılar sunarım.
↧