Bir kase soğuk yoğurdun içine attım onu. Sapını özenle söktüm. Bu kez hiç direnmedi. Sapın koptuğu yerde hafif bir oynama, bir belli belirsiz kırmızı sızıntı oluştu. Sonra da o dolgun sızıntı yarasını kapatırcasına durdu.Tam ortasına koymuştum onu kasenin. Beyazın içinde, kırmızı ile bordo alasında gidip gelen ışıltıya baktım. Diriydi. Savunmasızdı. Albeni pelerinine bürünmüş zümrüttü. Fakat o an bir vişne tanesi gibi değil de kainatın kalbi gibi geldi bana. Biliyordum. İçindeki çekirdeği çıkarsaydım daha bir yayılıp yumuşayacak, geniş ve sulu ağzından sızan yayılım ince ince yoğurda işleyecekti. Günün bu en sıcak vaktinde ona bakmak, onu düşünmek, ondaki ekşi çağrışımın havasına kapılmak hoşuma gidiyordu. Daha daha var. Tabakta bekliyorlar. Yine tek tek saplarını söküp çekirdeklerini çıkarmadan koyacağım kaseye. Her bir kaşıkta yoğurtla birleşen tadın yolculuğuna bırakacağım kendimi. Yoğurdun dipten duyulan ekşisi ile vişnenin yeni ve sulu yabanlığı ağzımda bir olup dönecekler. Çekirdeğin çıkışını hissedeceğim ağzımda. Onun sert lakin kaygan tadına dokunacak dilim. Hem ben vişnenin çekirdeklerinin çıkarılmasına karşıyım. İster reçel yapılsın ister şurup ister öylece yenilsin meyve niyetine. Çekirdek, vişnenin incisidir. Onu tutar. Onu korur. Onu süsler.Şimdi vişneye kim bakar, kim gönül düşürür, kim dal dal peşine düşer bilinmez ama ben oldum bittim divanesiyim onun. Baharda erken patlayan çiçeklerinden evvel kış boyu kar altındaki o narin duruşunu izlerim. Hele üç beş şaşkın kuş sekince üzerinde o dalların, aşağı serpilen ince kar tozlarını da özel olarak incelerim. Vişne herhangi bir ağaç değildir benim için, meyvesini ise değme güzele hiç değişmedim. O yüzden kıpır kıpır yeşil küpecikli meyveler çiçeklerin arasından boy verdikçe yazı, temmuzu beklerim. Haziran kirazın ayıdır ya, haddini bildiğinden olacak vişne temmuza razı olur. Ağustos boyunca da başta serçeden başlayarak kurda kuşa can verir. Bahçeler boyu biraz da set olsun diye sıralanan ağaçlar, dallarına kadar tozu toprağı emerler, gelene geçene ümit verirler. Hevenk hevenk sarkan uzun sapları, ki kiraza nazaran daha uzundur, çola çocuğa neşe olur ya vişne yine de zordur vişne, vişne zorludur.Uğraşıların en güzeli; dalından yemekBilen bilir, meyveler içinde en narin olanlardandır. Daha dün bütün neşe ve diriliğiyle daldan sarkıp oyun eden, damak sulandıran, iştah çeken taneler, toplandıktan sonra hızla salmaya, balık teni gibi yumuşamaya, suyunu içten içe çoğaltmaya sonra da birden eriyip çürümeye döner. O yüzden ‘uğraşların en güzeli’ vişneyi dalından yemektir. Zaten koparılması da hayli zahmetlidir. İnatlı çöpler direndikçe direnir. Taneden kopar. Gömleğiniz kırmızıya boyanır. Ağzınız ekşiyle lekelenir. Ama yine de bırakamazsınız onu. Onda varlık günlerinden kalma bir mayhoşluk, dünyaya meydan okuyan bir ilkellik hatta serserilik vardır. Bir kez olsun insan onu yaşamak, o ana dönmek, ona hicret etmek de ister. Lakin bu mevsim çok kısa sürelidir. Çarşıda pazarda değil de evde, asıl evde gelinliğini, mahrem güzelliğini yaşar vişne. Vişne eve doğru çalışır. Yatırımını eve ayarlar.Küsleri barıştırEv yapımı hakiki bir vişne reçelinin barıştıramayacağı hiçbir küskün yok demek biraz abartı olsa bile, taze hazırlanmış, şöyle taneleri içinde gezen buz gibi vişne şurubuna her yürek dayanıp hayır diyemez. Kompostosu da bir alemdir ya kimi çok becerikli hanımlar, üzümle, erikle, kayısı ve türlü meyve ile ondan mucizeler üretirler. Şişeleri, kaseleri, temizlik ışıltısı bardakları, ekmeklerin içini, kaymağın gözünü, o sürmeler. Kavanozlarda bekleyen reçeller, dünyanın güzel günlerine hazırlanmış özel sözler gibi bakarlar. Ve renklerin de en asillerinden birisi olan vişne çürüğünün yan yana gelmeyeceği, uyum sağlayıp neşe vermeyeceği renk yok gibidir. Ayakkabıda güzeldir, kazakta gömlekte daha da güzel.Elinde bir mini sepetle rüya bahçesine ışıklı bir yoldan yürüyen herhangi bir gençlik vaktini hayal etmek, çok yaratıcı sayılmasa bile, suyun en yakın komşusu olan vişnenin neşvesi suyla yaşadığı bu maceradan gelir. Bostanların suyla buluştuğu yerlerde, ırmakların zengin alüvyonlar bırakarak yayıldığı köşelerde bolca boy atar vişne. Ne var ki, Kütahya’nın vişneleri, iç Toroslara sokulan nazlardan, Niğde bağlarından, Gümüşhane Harşit’inin dokunup geçtiği vadilerden kalır yanı yoktur. Anadolu bir bakıma baştan ayağa vişne yurdudur ve vişne gevezeliği ile değil bitmeyen gençliği ile hayatı doldurur. Vişnedolu demek yeğdir Anadolu’ya.Bir de bir de vişneye laf atmak kolaydır. Yetim değildir vişne ama hep bir kenarda kalmışlık hali içindedir. Elma, ayva, nar, zeytin bahçeleriyle övünen insanlar ona nadiren söz verirler. O bahçenin esası değil komşusu, söz ustası değil efektörü gibidir. Fakat yine de vişnesiz bir bahçe neşesiz ve müziksizdir. Mizahı hiç tatmamış akıl gibi hesap kitap işlerinin arasında sarmalanmış birisine ‘Bahçenize bir taş attım vişneye’ türküsünü önerebilirsiniz. En azından bir kez dinlemeyi hep hak eder.Şimdi belki başka birisi bir kase vişneli dondurma ile yaşayacak şu günlerin vişne bayramını. Akşama yemek için şurup hazırlayacak. Dizin yorgunluğuna ruh katacak. Vişneye uzanmış topak elli bir bebeğin yeni çıkmış dişlerini görünce hayata bir kez daha bağlanacak. Çarşı pazar gezip vişne arayacak. Düşleyecek.
↧