Kurgusal düzlemde hayat bulmuş roman ve hikâye kahramanlarının yazar ve okur nezdinde gerçekliğimize sirayet etmesi postmodernizmin getirileri arasında.Roman, gerçekleşmemişse bile gerçekleşmesi imkân dâhilinde bir olay örgüsünün dışına çıkmak için modernizmi ve onun ötesini bekledi. Lâkin eski şiir bu açıdan şaşırtıcı derecede zengin. Şiir dilinin soyutluğu Divan şairine mantıksal çerçeveleri kırma cesareti vermiş olmalı ve gerçeklik alanının ihlâl edilişinde eski kültürü bir bütün olarak görmeli. Tıpkı bir eski zaman minyatüründe uçan bir kuşun çerçeveyi kırarak dışarı taşan kanadı gibi.Divan şairlerinin kendi kurgusal kahramanlarıyla boy ölçüşmesi hiç şaşırtıcı gelmez bize bu yüzden. Onlar bir türlü bırakmazlar kendi kahramanlarının yakasını. Bilhassa âşıklık istidadı bakımından onlarla yarışmak ve sonuçta galip çıktıklarını ilân etmek Divan şairlerinin âdetindendir. Kimi kendi kahramanlarıyla lâf yarıştırır, kimi başka kıssaların kahramanlarıyla. Hele Fuzuli. Vamık ve Ferhad ile de boy ölçüşmesine rağmen eli en fazla kendi Mecnun’unun yakasındadır. Leylî vü Mecnûn hikâyelerinin en güzelini yazmış olması, bir kurgu kahramanı olarak bilinçlerimize yerleşen Mecnun tipinin en mükemmel örneğine şekil vermiş olması, bir başka deyişle Mecnun tipine neredeyse tek başına sahip çıkmış olması Fuzuli ile Mecnun arasındaki bu sıra dışı ilişkiyi fevkalâde kılar. O, âşıklık söz konusu olduğunda Mecnun’dan zengin olduğunu ilân eder:Mende Mecnûn’dan füzûn âşıklık istîdâdı varÂşık-ı sâdık menem Mecnûn’un ancak adı varSadece Fuzuli değil, Baki’de de aynı tavırla karşılaşırız. Âşıklık söz konusu olduğunda Kays’a yani Mecnun’a yüz kere üstün olduğu halde onun kadar şöhret sahibi olamamaktan yakınır:Hezâr mertebe aşkında gâlibim Kays’aNihâyet ey sanem ol denlü iştihârım yokBaki her ne kadar şöhretten yana iç çekse de, ünlü mütefahir Nef’i bu kadar alçak gönüllü değildir. Öyle ki âşıklığın rüsvalığında Nef’i’nin şöhreti çoktan şehri sarmıştır, Mecnun’un hikâyesini yazanlar ise boş yere kalem oynatmaktadırlar:Benim âşık ki rüsvâlıkla tuttu şöhretim şehriYazanlar kıssa-ı Mecnûn’u hep yabana yazmışlarMuhıbbi’ye bakılırsa da, aşk kitabının sorulacağı makam Mecnun değil kendisidir. Çünkü Mecnun’un bütün yaptığı, sahrada dolaşmaktan ibarettir. Oysa sahrada, dağda gezmek kolay iştir. Aşkın sorulması gereken kalp Muhibbi kalbidir.Kuşku yok ki şairlerin dilini kurgu kahramanlarıyla giriştikleri istidad-ı aşk yarışında bu kadar kabadayı kılan şey kendilerinin gerçeklik âlemine söz konusu kahramanlarınsa kurgusal âleme ait olmaları keyfiyetidir. Muhıbbi’ye göre, Ferhad’ın gamı gibi Mecnun’un kıssası da bir efsanedir şunun şurasında. Keza Fuzuli de kalbinin derdini işitmesi gereken sevgiliye Mecnun efsanesine fazla itibar etmemesini öğütler.İlk bakışta masum bir özentidir şairlerin Ferhad’a, Vamık’a hele de Mecnun’a yönelişleri. Aşkın kitabında kendi adı geçsin, kendi esamisi okunsun isterler. Sonra cüretkâr bir mukayeseye dönüşür bu özenti. Çünkü aşkın kitabında Mecnun kadar, şairler de vardır. Nihayetinde bu mukayese açık bir meydan okumaya dönüşür. O kadar ki aşk kitabının sernamesi şairlerdir.Sahifeleri yanık bir Leyli vü Mecnun kitabında Mecnun ağzından söylenmiş onca gazele, mektuba rağmen Mecnun’un kendi kelimeleri yoktur oysa. Bir şiir yazabilseydi Mecnun. Bir tek şiir. Adı Mecnun olmazdı. Varlık kazanırdı. Oysa şimdi “ancak adı var”.Şairler fazla heveslenmemeli bu yüzden. Bunca şair -bol sözcük, çokça hüner, çokça heves ve az biraz yangın- hepsi “Mecnun gibi” sevdalı olmayı, Mecnun olma şansını bir şuurun süzgecinden geçmeyi başardıkları anda tümden kaybederken o, her şeyden habersiz. Her birine yabancı. Kendi cinnet vadisinde sadece kendisi. Şükür ki rakipsiz durmaktadır.
↧