Doğru cevabı bulmak için soruyu geniş bir açının içine yerleştirelim. Her ikisinden geriye ne kalacak? Tarih bilinci olanlar, bugüne de geleceğe de, yaşanan ve yaşanacak bir tarih olarak bakarlar. Her şey geçici. Bugün varız, yarın yokuz. Baki olan Allah.Peki bizden, bugünden, kurumlarımızdan, yaptıklarımızdan geriye neler kalacak? Yüz yıl sonra, bugünlerin tarihini anlatanlar hangilerini önemseyip hatırlanmaya değer bulacaklar? Haklı çıkmak, tarihe bir not düşmek çaresizlerin tesellisi; doğrusu tarihi yapmak, geleceği inşa etmek ve başarmak olmalı.Su, yolunu yani tarikini bulamazsa ortalık bataklığa dönüşür. Bu mümbit topraklarda suyu doğru mecraına akıtmak, insanlara hayat alanları açmak ve bu arada biriken çamuru yoğurup şekil vermek tarih boyunca gönül ehli adamların görevi oldu. İnsanlar rızalarıyla bir araya gelip, dayanışma içine girdikleri zaman ortaya bir cemaat çıkar. Yüzyıllardır bu topraklarda cemaatler, dinî hayat ekseninde şekillenmiş, toplum önderleri de din adamları olmuştur. “Cemaatler STK olamaz” diyenler, sadece bu toplumsal tarihe değil, aynı zamanda dünyaya da yabancılar. Kendi işini kendisi gören sivil toplumun bizdeki karşılığı cemaatlerdir. Tarikatları da, belli bir tarihî geleneği sürdüren bir cemaat türü olarak kabul edersek, içinde yaşadığımız toplum boşluk bırakmadan cemaatler tarafından iğne oyası gibi örülmüştür. Ortak payda gönüllülük esasına dayanmaktır. Gönüllülük esasına dayanarak gönüller inşa ediyorlar. Hiçbiri hiç kimseyi kavgaya, yıkmaya çağırmıyor. Tarih boyunca bu toplum temel dengelerini, menfaatler değil gönüller üzerine kurmuş. Dinî cemaatleri çekip çıkardığınız zaman bu topraklarda bir arada yaşama kültürü adına neredeyse hiçbir şey kalmaz. Bin yıl önce bir din büyüğü, yanına dervişlerini alıp, köyler şehirler kuruyor. Türbeleri üzerinden hatıralarına gösterilen saygı, toplumun hâlâ onların bıraktığı izi takip etmelerinden. Laik siyasî kimliğin bu topluma yabancılaşmasının en önemli sebebi, bu cemaatlerin karşıladığı hayati rolü kavrayamamaları oldu. Tekke ve zaviyeler kapatılınca, bireylerin toplumsallaşma kanallarının kapılarına birer bekçi konulmuş oldu. Sonuç? Kendi tarihsel ve doğal toplumsal çevresine yabancılaşmış ve bugün kendisini savunmasız gören seçkin azınlıklar dışında bu yasak kimseyi etkilemedi. “Cemaatler STK değildir” dediklerine göre, hâlâ bu gerçekliğin çok uzağında yaşıyorlar.Evet, haklı çıkmak yeterli değil; geleceği inşa etmek lazım. Bediüzzaman yüz yıl önce, Türkleri, Arapları ve Kürtleri ittihada davet ederken haklıydı; ama çaresizdi. Geçen bir asırda Arap âleminin başına gelenler onu haklı çıkardı. Sonra, sabırla gönüller inşa etmeye girişti. Bugün elimizde olanlar üzerinde onun payını kim inkâr edebilir?Hizmette yarış devam ediyor. Bediüzzaman gibi, öngörüleri çok sağlam olanlar greyder gibi önümüzü açıyor; bir dünya inşa ediyor. Kimi, eski bilindik usullerde geleneği sürdürüyor. Kimse öksüz-yetim kalmıyor. Siyaset ise hep kendi mecrasında ilerliyor; eline geçirdiği güce karşı rakip tanımıyor. Sadece hükmetmek istiyor. Siyasete, dinî referanslarla bakanların, -laik kimlik sahipleri de dahil- bu vesile ile yanıldıkları da ortaya çıkıyor. Hükümet’inki dinî siyaset mi? Sadece siyaset, hükümranlık alanını genişletirken toplumun refleksleri ile karşı karşıya geliyor. Gezi’de de aynı çatışma yaşanmadı mı?Kaybetmemek kazanmak demek değildir. Böyle bir karşılaşmada, toplum da, onun örgütlü hali olan cemaat de kaybetmez. Kazanamayacak olan ise her zaman partilerdir. Hiçbir siyasetçi kazanamayacağı savaşa girmez. Cemaatler bin yıldır devam eden canlı bir gelenek, öbür tarafta kısa ömürlerinden parti mezarlığına intikal eden çok sayıda siyasî partimiz duruyor.Tekrar yüz yıl sonrasına bakalım. Acaba kimin diktiği ağaç, yaptığı köprü veya yol ve öngördüğü gelecek ayakta kalacak?
↧