Gezi hadiselerinin yaşandığı en sıcak ve en yoğun günlerdi. Her kafadan bir sesin yükseldiği, ağzı olan herkesin konuştuğu bir ortamdı. İsim vermeyeceğim; birisinin teokrasi ve demokrasi mukayesesi yaptığı bir yazı her nedense çok dikkatimi çekti. Yazıyı okur okumaz ağzımdan çıkan ilk cümle;“Cehaletin bu kadarı ancak tahsille elde edilir.” oldu. İdeolojik kamplaşmaların yaşandığı dönemlerdeki ezbere bilgilerin tekrar edildiği, işin mahiyet ve hakikatini anlamak için üç-beş satır okumayı dahi aklına getirmeyen bu tip insanların sözde düşünceleri ile hayata bakış açılarını şekillendirenleri düşündüm birden. İnanıp-inanmama bir tarafa, düşüncelerimizi sahih bilgi temeli üzerine kurmak zorundayız. İlim adamı olmanın, isimlerin önüne konulan Prof., Doç., Dr. gibi unvanların, gazetelerde köşe yazarı olmanın, kitlelerin fikri yapısına tesir edecek bir mevkide bulunmanın insanın üzerine yüklemiş olduğu bir sorumluluktur bu. Bu kadarcık bir girişten sonra tashih-i efkar adına birkaç hususa değinmek istiyorum. Ona göre teokrasi, “Tanrı’nın veya Tanrısal güçlerin yönettiği siyasi sistem” demekmiş. Hz. Musa başta olmak üzere tarihte onu izleyen başka hükümdar peygamberlerin yönetim şekilleri böyleymiş. Kutsal Roma İmparatorluğu da, İslamiyet’teki ilk dört halife de, peşi sıra Emevi, Abbasi ve onlardan sonra gelen bütün sultan ve padişahlar da bu kategorideymiş. Sultan ve padişahların halife olmaları da bunun deliliymiş. Miş’li geçmiş zaman kipiyle kaleme aldığım bu iktibaslar sanırım benim ilk paragraflarda yaptığım yargılamayı haklı çıkartacak unsurlarla dolu. Teokrasi kelimesi köken itibarıyla Yunanca. Kelimenin aslı “theokratia.” “Tanrı düzeni” demek. Dünya tarihinde bu manada bir devlet göstermek mümkün değil. Çünkü Tanrı’nın bir ülke, bir devleti yönetme adına yeterli siyasi sistem vaz’ettiğini biz bilmiyoruz. Fakat bununla siyasi sistemin temellerini, ilke ve prensiplerini oluşturacak kurallar koyması kastediliyorsa; bu yaklaşım doğru. Onun içindir ki teokrasi tarifi bugün Tanrı’nın veya Tanrısal güçlerin yönettiği ülke olarak değil; aksine dinî otoritenin siyasî otorite organlarının yerinde yer aldığı, yönetimi bizzat din adamlarının –ruhban sınıfının demek daha doğru olurdu- yaptığı ve yönetim kurallarının bütünüyle dini temellere dayandırıldığı sistem demektir. Bu manadaki bir teokrasi ise Vatikan başta olmak üzere tarihte birçok örneği gösterilebilecek sistemin adıdır. Ne hulefa-i raşidin, ne Emevi ve Abbasi ve ne de Osmanlılara kadar uzayan İslam tarihinde sözü edilen çerçevenin içine girecek bir yönetim şekli olmuştur. Siyasi sistem adına kurucu metinlerin Kur’an ve sünnet olması, bu ikisinin bir üst iradeyi temsil etmesi katiyen o idari sistemleri teokrasi diye adlandırmaya yetmez. Ne garip bir ironidir ki bir fikri sabitle Emevi ve Abbasi sistemini teokrasi diye suçladığı aynı yerde, Kur’an ve sünnete vâkıf niceleri aynı sistemleri İslam’ın yönetim adına ortaya koyduğu temel değerlerden uzaklaşmakla suçlamaktadır. En basitinden Emevilerde hilafet anlayışının ehliyet, liyakat, seçim gibi temel dinamiklerden uzaklaşarak saltanata dönüşmesi sağır sultanın bile bildiği bir değerlendirme olsa gerek. Teokratik yönetimin başı diye adlandırılan insanların din adamı –ruhban sınıfı- kategorisinde olmadığı da bilinen ayrı bir gerçek. Kaldı ki bırakın devlet başkanlığı yapmış şahısların dinî kimliklerini, İslam’da ruhban sınıfı diye bir kategorinin olmadığı da malum. Belki niyet okuması olacak ama açıkça ifade edeyim; Soğuk Savaş döneminde kalmış ideolojik kalıplarla kitleleri manipüle etmeye devam ediyor bir kesim. Ama artık o dönemler geride kaldı. Bilgiye hem de sahih bilgiye ulaşma eskilere nispetle çok daha kolay olduğu için kitlelerin fikri yapısı ile oynama artık eskilerde olduğu kadar kolay değil. Bildikleri yabancı dillerle bilgiyi çek eden yepyeni bir kuşak var aramızda. “Y” kuşağı denen bu nesil, kendini öteki üzerinden tanımlama çabalarının karşısında. Bu tür bir tanımlamanın yüzlerce-binlerce ortak paydası olan diğer insanları ötekileştirme, dozu ayarlanamadığı takdirde düşmanlaştırma ile son bulacağını ve bu yaklaşımların toplumu kamplara böleceğini ve hayatı yaşanmaz kılacağını iyi biliyor. ‘Basiret Ya Hu!’
↧