Suriye’de 3 yıla yakın zamandır süren yangın sönmeden Mısır’ın darbe ve katliamlarla yüz yüze gelmesine yürek dayanmaz.Balkan Harbi’nin, Çanakkale Savaşı’nın, İstanbul’un işgalinin ve Kurtuluş Savaşı’nın acılarını bizzat yaşayan Mehmet Akif Ersoy’un o günlerde dile getirdiği çaresizliği ve haykırışları maalesef hâlâ çok güncel. Dünyanın her köşesinde akan Müslüman kanı karşısındaki acziyetimizde de değişiklik yok. Ne sözü geçen bir ağırlığımız, ne işe yarar bir birliğimiz, ne belaları önleyecek bir basiretimiz var. Üstelik bugün durumumuz daha acı. Çünkü dün Müslüman toprakları işgal edip kan dökenler yabancılardı, düşmanlardı, dinleri farklıydı. Akif, o günkü manzara karşısında Müslümanların güçsüzlüğüne, uyuşukluğuna, cahilliğine şöyle hayıflanmıştı:Müslümanlık nerde bizden geçmiş insanlık bileAlem aldatmaksa maksat aldanan yok nafileKaç hakiki Müslüman gördümse hep makberdedirMüslümanlık bilmem ama galiba göklerdedirBugün Müslümanların birbirinin katili olduğunu görse herhalde buna kalbi dayanamazdı.Bizim yaptığımız tek şey ise slogan atmak. Bol konuşmak ve günah keçisi aramak. Eksik ve yanlışlarımızı analiz etmek, ders çıkarmak yok. İşler ne kadar ters giderse gitsin, herkes koro gibi aynı şeyleri söylemeli.Sezai Karakoç gibi, büyük bir fikir adamının bile ciddi bir meseleyle ilgili düşüncesini söylerken, gelecek saldırıları hatırlamak zorunda kalması ne kadar üzücü.Bir dostumun hatırlatması üzerine önemli bir Müslüman âlim olan Mustafa İslamoğlu’nun Mısır darbesi üzerine 5 Temmuz tarihli hutbesini internetten dinlerken açıkçası biraz umutlandım. Çünkü darbeyi ve küresel güçlerin oyunlarını lanetliyor ama aynı zamanda İhvan’a da iyi niyetli eleştirilerde bulunuyordu. Her şeyi lafla halledeceğimizi öngören slogancılığımız üzerine kulağa küpe sözler söylüyordu.Bir dönem Mısır’da yaşadığı için bu ülkenin yaşadığı çalkantılı olaylarını ve İhvan’ın konumunu iyi bilen bir isim Mustafa İslamoğlu. Ona göre 1928’de İsmailiye’de kurulan İhvan, modern İslamî hareketlerin en tecrübelisiydi ama yine de tuzağa düşmüştü. “Bunca süre içinde Kahire’yi değil, bir mahalleyi bile yönetmesine izin vermeyen iç ve dış güçler, nasıl koca Mısır’ı İhvan’ın eline bırakmışlardı?” dedikten sonra, tuzağın da tam bu olduğunu söylüyordu: “İhvan bu kadar hevesli olmamalı, ‘sizin bunca yıldır kirlettiğinizi biz mi temizleyeceğiz’ demeli, bu tuzağı görmeliydi.” Ama uzun zamandır beklemenin de verdiği duygularla bu işin altına koşarak girmişlerdi. İslamoğlu, geçmişte askerle her yakınlaşmasından acı darbeler yiyerek çıkan İhvan’ın, bu konuda da aynı hatayı tekrarlamasına şaşırmıştı: “İhvan’ın önde gelen isimlerinden bizzat dinledim. Kral Faruk zamanında Hasan el Benna’ya suikast düzenlendiği için 1950’lerde ona karşı yapılan ‘Hür Subaylar’ darbesini desteklemişlerdi. Ama Benna’ya suikast düzenletenler, Kral Faruk’a da düzenletti. Tavşana kaç, tazıya tut. O darbeden Nasır ortaya çıktı ve Firavunları aratır acılar yaşattı Müslüman Kardeşler’e. Daha sonra gelen Enver Sedat da teğmenliği zamanında İhvan’ın derslerine katılan biriydi. Benzer zulümleri o da işledi. Benzer olay, bu kez Sisi olarak karşılarına çıktı. Ama bir kez ısırılan yerden niye bir daha ısırılıyoruz?”Siyasi hayatın aksine Mısır sosyal hayatında İhvan’ın büyük etkisini hatırlatan Mustafa İslamoğlu, yoksulun, dulun yardımına hep onların koştuğunu ifade ediyordu. Ama yaşananlar, hareketin siyasi tecrübesinin, sosyal alandaki kadar başarılı olmadığını gösteriyordu. İktidar karşısında aydınların alması gereken tavrı ise Ezher üzerinden anlatıyordu İslamoğlu: Bin yıllık geçmişi olan, dünyanın en eski okulu Ezher’in şeyhi, darbecinin yanında oturuyor. Benim de okuduğum Ezher bu duruma mı düşecekti? İçim acıdı ama sürpriz olmadı. Bir âlim, yularından devlete bağlandı mı, artık onun hayrını göremezsin. Ezher’in devletten bağımsız kalması için vakıfları vardı; Enver Sedat yok etti. Öyle olunca iki çift lafı bile olamadı darbeye.”“Mursi’nin, yine dindar ve İhvan’a yakın diye propaganda edilen Sisi’yi ordunun başına nasıl getirdiğini sormak gerekir.” diyen İslamoğlu’na göre bundan çıkarılması gereken ders çok açıktı: “Acılarımızdan ders almazsak bunları bir daha, bir daha yaşarız. Sadece Mısır’da değil her yerde bir basiret kıtlığı görüyorum. Aklımızın yerine ağzımızı koyma zaafımız, bizi perişan ediyor. Yani slogan atıyoruz. Müslümanlar olarak en büyük problemimiz bu. Duygumuzun seli, aklımızı yok ediyor. Bu yüzen plan yok, strateji yok, ince düşünce yok. Bunun yerine bağırma, slogan, görünme var. Ama bu varlar, o yokların yerini tutmuyor.”
↧