Birkaç yıl öncesine kadar hükümetin en çok takdir edilen icraatlarından birisi dış politikaydı. Şimdilerde ise en çok eleştirilen konu...Bunun nedeni üzerinde siyaset ve strateji yapıcılarının kafa yormaları gerek. Dış politikada yapılan yanlışa ilişkin temel tespitimi daha önce yazdım; Davutoğlu’nun başlattığı ve yürüttüğü ‘sıfır sorun politikası’nı terk etmek, işbirliği ve diyalog perspektifinden çatışma ve gerginlik zeminine savrulmak..Şimdilerde elimizde çekiç, önümüze çıkan her şeye ve herkese çivi muamelesi yapıyoruz. Kimseyi beğenmiyor, herkesi adam etmeye çalışıyor, gücümüzle orantısız biçimde aleme nizam vermeye uğraşıyoruz.Objektif veri, rasyonel analiz ve gerçekçi hedef yerine, bazen duygusallık bazen de ideoloji dış politikaya yön veriyor. ‘Vatan-millet-Sakarya’ söylemiyle geçmişte de kitleler doldurulurdu; şimdi de benzer bir eğilime sapılmış durumda. Sonuçta, iç kamuoyunu okşayan, ama dışarıda etkisiz fakat çatışmacı bir dış politikaya geldik, dayandık.Bölgede ve dünyada herkesle çatışma içine giren bir Türkiye yanlış yolda demektir. O yüzden ‘sıfır sorun politikası’nın felsefesine, söylemine, aygıtlarına yeniden dönmemiz gerek. O yıllarda bölgede ve dünyada ‘işbirliği’ arayan, çatışmaları bitirmeye çalışan bir Türkiye vardı. Ve o zaman Türkiye etkindi, güçlüydü; herkes hayranlıkla ve kıskançlıkla izliyordu bizi.Şimdi, bırakın işbirliğini, çatışmalara körükle giden bir ülke görüntüsü var. Bölgesel şartlar değişti elbette. Tamam, ama hükümetin kendini ve bölgeyi görüş biçiminin de değiştiğini unutmayın; son derece etkili ‘yumuşak güç’ ve ‘sıfır sorun’ anlayışından gerekirse zor kullanarak ‘rejim değiştirme’ politikasına savruldu.Rejimleri değiştirmeye kalkışmadan önce o rejimlerle gayet iyi ilişkiler kurulmuştu oysa. Suriye ile ‘ortak strateji’ toplantıları yapılırken Esed demokratik ve meşru bir hükümetin başında değildi. Adam diktatördü; bildiğimiz ‘muhaberat devleti’ydi Suriye. ‘Hama katliamı’ndan sorumlu bir rejimle kurulan yakın ilişkiyi eleştirenlere karşı hükümet; “Suriye ile ne kadar diyalog kurulur, ülke ne kadar dışa açılırsa orta ve uzun vadede Suriye’nin barışçıl dönüşümüne de o kadar çok katkıda bulunabiliriz.” diyordu. Haklıydı...Dünyanın en güçlü devletlerinin bile içinden çıkamadığı bir politikadır dışarıdan ‘rejim değişikliği’. Üstelik bunun motoru da devlet değil sivil toplumdur. Biz bu işi kaba devlet gücüyle ve devlet kurumlarının aktörlüğüyle yapmaya kalkışıyoruz. Olmaz.Kanaatim şudur: Dış politikada kalıcı, öngörülebilir işbirlikleri ancak demokratik rejimler arasında olur. Bu nedenle demokrasi istikametinde rejim değişikliğini arzu ederim. Ancak bu, uzun vadeli ve esas aktörün sivil toplum olduğu bir süreçtir. Devletler ‘rejim ihraç’ etmeye çalıştıklarında hem başarılı olamazlar hem de ellerindeki ürünü ‘kirletirler’. Bu, demokrasi bile olsa değişmez.Mısır’da darbeye tepkiliyiz. Haklıyız. Ama bizim gibi düşünen, pozisyon alan başka bir ülke yok, İslam ülkeleri arasında bile... Suriye’de işbirliği yaptığımız Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri darbenin arkasında. Ürdün ve Filistin yönetimi de darbe rejimine destek veriyor. Hamas bile Mısır’da taraf olmadığını açıkladı.Ne yapacağız şimdi? Mısır’dan sonra bu ‘hain’ rejimleri de mi teker teker değiştirmeye kalkışacağız? Bu sizce mümkün mü?Ortadoğu’da rejimleri değiştirmek istiyorsanız yapacağınız iş, devlet eliyle devrim hazırlamak değil ekonomik ilişkilerin, sosyal ağların, sivil toplum işbirliklerinin kurulmasını sağlayacak bir barış ve güven ortamı yaratmaktır. Gerisini sivil toplum, biz, hallederiz.İdeolojik, ütopik ve müdahaleci bir devlet politikası izlerseniz herkesle kötü olursunuz. Siz herkesi değiştirmeye çalışırken birileri de sizi değiştirmeye kalkışır.Bakın, koca Çin bile dünyaya meydan okumuyor, çatışma istemiyor, devrim ihraç etmeye kalkışmıyor. Acaba neden?
↧