Yazılarıma tatil verdiğim geçen hafta Mısır son otuz yıllık tarihinin en kanlı ve trajik olaylarına sahne oldu.Darbe hükümeti, günlerdir seçimle gelen ilk başkan Muhammed Mursi’nin göreve iadesini talep eden Müslüman Kardeşler (MK) örgütü yandaşlarına katliam uyguladı. Bu katliam uluslararası toplum tarafından en ağır bir şekilde mahkum edilmelidir. Bu sadece sözde kalmamalı, başta ABD ve AB bütün demokrasiler, hür ve adil seçimlerin yeniden yapılmasına ve temsili bir yönetimin kurulmasına kadar Mısır’a her türlü yardımı askıya almalıdır. Darbeci general Abdülfettah El Sisi’nin Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne verilmeyi hak ettiği muhakkaktır.Ne var ki, bütün bunlar, buraya nasıl gelindiğinin sorgulanmasına engel olmamalı. Elbette ki ne Mursi’nin yanlışları askeri darbeyi, ne de MK’in yandaşlarını sokaklara dökmesi katliamları haklı gösterebilir. Ancak buraya gelinmesinde ne Mursi’nin “Seçimle geldim, dolayısıyla her istediğimi yaparım” tavrıyla kendisine oy veren kitlenin en az yarısının da karşısına geçmesine yol açan yanlışlarının payı görmezden gelinebilir; ne de MK’in seçimlerin yenilenmesinin yolunu açabilecek bir tavır benimsemek yerine, gerçekçi olmayan bir talepte, yani Mursi’nin göreve iadesinde ısrar etmesi, bunun için halkı sokaklara dökmesi…Sorgulanması gereken bir husus da, Ankara’nın Mısır’da yaşananlar karşısında takındığı tutum. AKP hükümetinin kendini kutuplaşmanın bir tarafıyla, yani MK ile özdeşleştirmesi ne Mısır halkının, ne İslam âleminin, ne de Türkiye’nin çıkarlarına uygun düşer. Ankara’ya düşen Mısır’da demokratik sürecin en kısa zamanda yeniden rayına oturması için, kutuplaşma ve inatlaşmanın son bulması yönünde çaba harcamak değil midir? AKP yönetimi eğer kendisini MK’e yakın hissediyorsa, onlara yapacağı telkin, elbette ki kavgayı körüklemek, Mısır’ı 1990’ların Cezayir’ine çevirmek olamaz.Başbakan Erdoğan, Muhammed El Baradey hakkında, “Ey Nobel, sen nasıl barış ödülleri dağıtıyorsun ki bu barış ödülleri dağıttığın kişiler askeri darbe yapanların yanında yer alıyor…” diye konuşmakta yerden göğe haklıydı. (Nitekim, Nobel barış ödülünü hak edecek ne yaptığı meçhul olan Baradey, darbe hükümetinden istifa etmek zorunda kaldı.) Ancak Sayın Başbakan’ın şunları hatırlaması gerekir: Siyasi devamı olduğunu söylediği rahmetli Turgut Özal da, Temmuz 1982’de ayrılana kadar, 12 Eylül 1980 darbesiyle gelen askeri yönetimin ekonomiden sorumlu başbakan yardımcılığını üstlenmişti. Bu tutumunun seçimle gelen yönetime dönülmesinde önemli rolü oldu. Başbakan Necmettin Erbakan, post–modern darbeyle istifa etmek zorunda bırakılıp, partisi kapatıldığı zaman taraftarlarını sokaklara dökülüp, göreve iadesini talep etmeye çağırmadı. Kapatma kararına karşı Strasbourg’daki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurdu. Yine unutulmaması gerekir ki Türkiye’de Milli Görüş, Muhafazakâr Demokrasi’yi yani İslami ahlaki değerlere bağlı olmakla beraber tüm yurttaşların temel hak ve özgürlüklerine saygı politikasını benimseyerek iktidara geldi. Mısır’da da İslamcılar ancak bu şekilde demokrasiyi yerleştirip iktidar olabilirler.Sayın Başbakan’ın “Tüm Müslümanlar Mısır’ın haklı mücadelesini görüyor. Mısır’a gıptayla bakıyorlar…” (8 Ağustos) demesi herhalde bir dil sürçmesi... Zira MK ne tüm Mısır’ın, ne de tüm Müslümanların temsilcisi. Mısır’da Müslümanların en az yarısının MK’in politikalarını tasvip etmediği biliniyor. Darbenin lideri Sisi’nin İslamcı eğilimli, eşinin başı örtülü dindar bir Müslüman olduğu da.
↧