2000’li yıllarda gelişmekte olan ülkelerin (GOÜ’lerin) revaçta olmalarının bir sebebi vardı. Çin’in Dünya Ticaret Örgütü’ne katılarak daha kolay iş ve ticaret yapılabilecek bir ekonomi haline gelmesiyle özellikle gelişmiş ülkelerdeki (GÜ’lerdeki) imalatın buraya taşınması hız kazandı. Gelişen teknoloji ve iletişim imkanları bu süreci daha da kolaylaştırdı.Çin, elektronikten oyuncağa, tekstilden gemi inşaya kadar çok farklı alanda kısa sürede dünyanın düşük maliyetli ve kaliteli üretim merkezi haline geldi. Kendisine ara mal, sermaye malı (teknoloji) ve hammadde satan dünyanın birçok bölgesini de ihya etti. Çin’deki bu devasa arz kapasitesi sayesinde birim üretim maliyetleri sürekli gerilediği için GÜ merkez bankaları da enflasyon konusunda rahatsız olmuyorlardı.Herkesin mutlu olduğu bu ortam merkez bankalarının ihtiyati olarak faizleri biraz yükseltmesiyle son buldu. Faizler düşükken çok artan borç yükü faizler yükselince taşınamaz hale geldi. Borçların ödenemez hale gelmesi bankalara olan güvenin kaybolmasına neden oldu. Bankalarını desteklemeye çalışırken devletler iflas konumuna geldi. ABD’den Fransa’ya, İtalya’dan Japonya’ya birçok gelişmiş ekonominin kredi notları düştü. Merkez bankaları ne olup bittiğini anlayıp olaya el koyana kadar yeteri kadar kan dökülmüş, dünyanın en büyük bankaları ve sanayi şirketleri iflas bayrağını çekmiş oldu. Krizden herkes etkilendi ama GOÜ’ler hem daha az etkilendiler hem de çok daha hızlı çıktılar. (Grafik 1)Az borçlu kamu ve sağlam bankacılık sektörleri yapısal sağlamlıkları buna önemli katkı yaptı. Ama asıl önemlisi GÜ merkez bankalarının kendi ekonomilerini desteklemek için faizleri sıfırlamaları ve sonra da bolca para basmalarıydı. Çünkü bu likiditenin bir kısmı çok korkup GÜ devlet tahvillerine sığındı ama bekleneceği üzere önemli bir kısmı da, çeşitli kanallardan, getirileri daha yüksek olan GOÜ’lere akmaya başladı. Bu finansman imkanları sayesinde GOÜ bankaları ve şirketleri yatırımları ve hızla artmakta olan hane halkı tüketiminin finansmanını sağlayabildiler.Finansmanın GOÜ’lere akması için de her türlü mazeret hazırdı. Bu ülkelerin kamu borçları çok düşük, toplam döviz borçları geçmişe göre daha az ve döviz rezervleri çok daha güçlüydü. Bankacılık sektörleri çok daha güçlü ve ekonomilerini aşırı riskler almadan finanse edebilecek konumdaydı. İhracata dayalı bir büyümeleri olsa da iç talebin de giderek bir motor haline gelmesini sağlayacak genç, büyük ve az borçlu olup tüketim potansiyeli bulunan bir demografik avantajları vardı. Dünyadaki istikrarlı ve yüksek büyüme potansiyeli bu ülkelerdeydi. Zaten 2007 sonrasında kredi notları artanlar da bu ekonomiler oldu. Brezilya, Peru, Kolombiya, Türkiye, Filipinler ve Endonezya’nın kredi notları hızla artarak yatırım derecesine yükseldi.(Grafik 2) GÜ’lerde basılan paranın geldiğini gören GOÜ merkez bankaları para birimleri değerlenmesin diye faizlerini hızla aşağı çekince bu sürece bir katkı daha yapmış oldular. Düşen faizler sayesinde birçok ülkede bankaların kredi portföyleri hızla büyüdü ve bu tam da beklendiği gibi iç talep destekli büyümeyi desteklemiş oldu. Şimdi geçmişte birçok kez tekrarlanan bir süreç yaşanıyor. Bu kadar destek ve yeniden yapılanma sonrasında GÜ’ler ABD ekonomisi önderliğinde yeniden “normalleşmeye”, yani yakın bir süreçte yeniden potansiyel büyüme oranlarına ulaşabileceklerini göstermeye başladılar. Merkez bankaları da çok gevşek olan para politikalarını biraz normalleştirmek (gevşekliğini azaltmak) istiyorlar. Bunun anlamı son birkaç yılda zaten daralmış olan GÜ ve GOÜ getiri farkının bu sefer GÜ faiz artıracak diye daha da daralacak olması.(Grafik 3)Yani yatırımcıların gözünde GOÜ’lerin “getiri cazibesi” azalmış durumda (daha doğrusu yakında azalacağı beklentisindeler). O nedenle GOÜ’lerde getiriler yeniden yükselene kadar hazır GÜ’ler de en kötüyü atlatmış ve büyümeye başlamışken “geri dönmek”, yani fonlarını GOÜ’lerden ziyade GÜ’lerde, ve orada da tahvillerden ziyade hisse senetlerinde ve gayrimenkulde değerlendirmek. Ve aynı giderken olduğu gibi GOÜ’lerden çıkarken de bunu destekleyecek ortam var. GOÜ’lerin birçoğu spekülatif sermayeyi engellemek için faizlerini indirirken aynı zamanda ekonomilerinin regülasyonunu artırarak büyüme dinamiklerini zayıflattılar. Bunu da özellikle bankacılık sistemlerini sıkıştırarak yaptılar. Bugün ne Çin ve Hindistan %9-10 ne de Türkiye ve Brezilya %5-6 büyüyebiliyor. Çin’in yavaşlaması zaten tek başına diğerlerini vuruyor. Üstelik yeni istihdam ihtiyaçları nedeniyle buna çok tahammülleri de yok. O nedenle hiçbiri politika faizlerini artırıp da genel faiz düzeyini kalıcı olarak yükseltip ekonomilerini daha da sıkmak istemiyorlar. Ama aynı zamanda yatırımcıların döviz talebi kurları ve dolayısıyla enflasyonu yükselterek GOÜ merkez bankalarına faiz artırma yönünde baskı yapıyor. Sıkışmış durumdalar. En doğrusu, ya doğrudan ya da dolaylı olarak döviz likiditesi verip kur artışını mümkün olduğu kadar yumuşatmak ve enflasyondaki artışı bir süre sineye çekmek. Birçoğu da bunu yapıyor. Sonuçta döviz rezervleri de bugünler için. Bazılarının yaptığı gibi ithalatı vergilemek, çıkan sermayeyi engellemek çözüm değil. Onu, sermaye girerken veya ithalat artarken düşüneceklerdi.
↧