Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, canlı yayımlanan bir televizyon programında, İhvan liderlerinden Muhammed el-Biltaci’nin şehit düşen kızı Esma için yazdığı mektubu dinlerken kendini tutamayıp ağlamış.Programı seyretmedim, ama o anların görüntüleri bütün televizyonlarda defalarca gösterildiği için dökülen gözyaşlarının “sahte” olup olmadığına dair kanaatlerimi rahatlıkla ifade edebilirim. Hayır, o gözyaşları, bir aktörün değil, bütün insanlığın dertleriyle dertlenen, sorumluluk sahibi bir liderin samimi gözyaşlarıydı. Eğer bir insan aktör değilse, “rol icabı” ağlayabilmenin eğitimini almamışsa nasıl ağlayabilir? Doğrusu ben Mehmed Âkif’in:Şark’a bakmaz, Garb’ı bilmez, görgüden yok vâyesi; Bir kızarmaz yüz, yaşarmaz göz bütün sermâyesi!diye tarif ettiği adamlara benzemeyen, yani gözyaşı da dökebilen bir Başbakan’a sahip olduğumuz için övünmemiz gerektiğini düşünenlerdenim. Evet, gözyaşı bazan aczin de ifadesi olabilir. Endülüs’te, ülkesini hemen hiç savaşmadan teslim edip ayrılan Benî Ahmer devletinin son hükümdarı Abdullahu’s-Sagîr, bir kayanın üzerine çıkıp terk ettiği Gırnata’ya bakarak hüngür hüngür ağlarken annesi Ayşe’nin söyledikleri, yine Âkif’in diliyle şöyledir:Karşıdan Vâlide Sultan bunu pek haklı görür,Der ki: “Çarpışmadın erkek gibi düşmanlarla:Şimdi hiç yoksa, kadınlar gibi olsun ağla!Recep Tayyip Erdoğan, ne Abdullahu’s-Sagîr gibi ülkesini düşmana teslim etmiş bir hükümdar, ne yenilgiye uğramış bir kumandandır. Tam aksine, birbiri ardınca seçimler kazanan ve arkasındaki halk desteği yüzde elliyi bulan başarılı bir siyaset ve devlet adamı, Suriye ve Mısır’da dünyanın gözü önünde işlenen korkunç cinayetlere karşı, Tevfik Fikret gibi, “Hak bellediğin bir yola yalnız gideceksin” diyerek sesini tek başına yükselten bir idealisttir.Bunları yazarken daha önceki eleştirilerimi unutmuş değilim; hükümetin doğru bulmadığım her icraatını –insaf ölçülerini elden bırakmadan- eleştirmeye devam edeceğim; fakat Suriye ve Mısır’da olup bitenler karşısındaki ilkeli duruşu alkışlıyor ve Tayyip Bey’in Selmaların ölümüne çok istediği halde engel olamadığı için döktüğü gözyaşlarının samimiyetinden asla şüphe etmiyorum.Bu yazıyı yazmamın sebebi, geçen gece Mesnevi okurken rastladığım mısraların Tayyip Bey’in gözyaşlarını çok iyi açıkladığını fark etmiş olmamdır. Hazret-i Mevlânâ diyordu ki: “Akarsu neredeyse orası yeşerir; nerede gözyaşı dökülürse oraya rahmet nazil olur. İnleyen dolap gibi gözü yaşlı ol ki can meydanında yeşillikler bitsin. Ağlamak istersen gözyaşı dökenlere acı! Merhamete nail olmak istersen zayıflara merhamet et!” (I, 820-825)Bu beyitleri okuyunca Mevlânâ’nın gözyaşı hakkında başka neler söylemiş olabileceğini merak ettim ve bilgisayarımda PDF’leri bulunan Veled Çelebi tercümesini hızlı bir şekilde taradım. Mesela “Âdem, Allah itabından ağlamakla kurtuldu; tövbekârın nefesi gözyaşlarıdır” (I, 1633) diyordu; “Sen gözyaşı zevkini ne bilirsin?” (I, 1638); diyordu; “Ah keşke gözyaşım deniz olsaydı da o güzel dilberimin yoluna saçsaydım!” (I, 1714) diyordu. Mesnevi’nin ikinci cildinde rastladığım mısralara da bayıldım:“Bir günlük çocuk bile yolu bilir; ağlayayım da esirgeyen dadı gelip yetişsin der. Sen bilmiyorsun; dadılar dadısı da sen ağlamadıkça bedavaca sütü az verir. Kulak ver, ‘Çok ağlayın’ dedi. Ağlayın da yaratıcı Allah’ın ihsan sütü aksın. Dünyanın direği bulutun ağlamasıdır, güneşin yakması... Sen bu iki ipe iyi sarıl! Güneşin hararetiyle bulutun gözyaşı olmasaydı beden ve araz, nasıl olur da semirir, gelişirdi? Bu hararetle bu ağlayış, temel olmasaydı şu dört mevsim nasıl mamur olurdu? Güneşin hararetiyle âlem bulutunun ağlaması, nasıl cihanın ağzının tadını getiriyor, nasıl âlemi hoş bir hale sokuyorsa, sen de akıl güneşini yak, gözünü gözyaşları saçan bir bulut haline getir. Küçük çocuk gibi sana da ağlayan bir göz gerek. O ekmeği az ye, ekmek senin şerefini giderdi. Ten, gece gündüz onunla gelişir, yapraklanırsa can dalı, yapraklarını döker, güz mevsimine düşer.” (II, 135-144)Vaktim olsaydı, bütün edebiyatımızı tarar, gözyaşı (girye, eşk) hakkında neler söylendiğini tespit ederdim. Sadece Fuzuli Divanı’ndan hareketle bir gözyaşı felsefesi inşa edilebileceğini sanıyorum. Bu felsefeyi Necip Fâzıl çok iyi özetlemiş: Yaradan, rahmetini kahrından üstün saydı; Ne olurdu hâlimiz gözyaşı olmasaydı?
↧