İslamî toplumsal tasavvura göre yaşanmış geleneksel tecrübede her bir renk, dil, din, etnisite, örf ve kültürel yapılar birbirlerinden ayrılabilir sosyal ortamda yerine göre yan yana, yerine göre iç içe, yerine göre sırt sırta, yerine göre de bir arada olabiliyorlardı.Bu hiçbir zaman modern sosyal bilimlerin derin etkisinde geriye doğru antropolojik okuma yapan aydınların zannettiği gibi, katı hiyerarşik veya anladıkları manada gettolaşmış cemaatçi yapıların varlığını ima etmez. Temel yönelim farklılıkların korunması, sosyal çatışma potansiyellerini aktif hale getirmeyen bir siyasi birliğin sağlanmasıdır. Batı dünyasının çoğulculuk tezleri teoriktir, tarihsel örnekleri, somut referansları yoktur; ‘olan’a karşı ‘olması gereken’e göndermedir. İslam’ın ise mevcut referansları, tarihsel tecrübesi ortadadır. Mevcut durumda derin sorunlar yaşıyorsa, “kendisi” olmadığı içindir.Modernite sahici farklılıkları yekpareleştirmeyi, tektipleştirmeyi hedefliyordu. Postmodernizm her sosyal grubu birbirinin içine katarak bir çorba (halita) çıkarmak istiyor. Bu hem mümkün değildir, hem varoluşsal olarak beşeriyetin fıtratını tahrife ve suistimale yol açmaktadır. Helal ve haramın karıştığı halitadan meşru ve caiz şey çıkmaz, haram çıkar. Bundan her bir grubun ezeli ve özsel bir saflığa sahip olduğu ve bunun ebedi olarak korunması gerektiği sonucu çıkmaz, böyle bir tasavvurun da tarihte ve birbirinden karşılıklı olarak etkilenerek gelişen toplumsal durumlarda karşılığı yoktur. Tabii halde insanlar birbirlerinin tecrübelerinden çok şey öğrenirler, kendi alem tasavvurları, inançları ve ihtiyaçları doğrultusunda bazı şeyleri alır, bazı şeyleri dışarıda bırakırlar. Bizim burada sözünü ettiğimiz konu modern veya postmodern emredici ve zorunlu tutum ve politikalar dolayısıyla sosyo-kültürel grupların fıtri bozulmaya uğramaya maruz bırakılmalarıdır.Liberal demokrasi beşeri, fıtri çeşitliliği koruyamıyor, kamusal temsillerine ve toplumsal görünürlüklerine imkan veremiyor. Postmodernist kamusallık da bir karnaval, gösteriye, tüketime, yozlaşmaya açık pagan bir faşinge dönüşmüş bulunuyor ve bunu bize “çeşitlilik, çoğulculuk” olarak empoze ediyor. Doğru olan, her rengin ve güzelliğin zengin bir bahçe içinde tezahür etmesidir. Bu, farklılıkların kendi gettolarına çekilmelerini öngörmez; karşılıklı etkileşim ve interaktif ilişkiye açık ama herkesin farklılığını koruduğu “çoğulcu toplum, çeşitlendirilmiş kamusallık” demektir. Her şeyi iktisadi piyasa, emredici sosyal politikalar ve taşıyıcı araçlarla birbirinin içine girmeye zorlarsanız -ki modernizm gibi postmodernizm de rafine totalitarizmdir- bu durumda farklı gruplar ya birbirlerine “tahammül etme”ye zorlanırlar veya eninde sonunda çatışırlar ki, özellikle nüfus yoğunluğunun artmakta olduğu kentlerde ortaya çıkan yeni şiddet türlerinin bir sebebi budur. Çözüm, İslami perspektifin yeniden ele alınmasını mümkün kılan zihinsel performans ve müzakeredir.Bu, bizi neden modern ve postmodern siyasetin inşa ettiği kamusal zeminde dinin referans alındığı siyasi akım ve görüşlere müsamahakâr davranılmadığı sorusuna götürmektedir. Açık ki, referans çerçevesi ve tarihsel tecrübemizin açıkça ortaya koyduğu gibi İslamiyet, ne modernizm gibi beşeri farklılıkları yekpareleştirmek ve tektipleştirmek ister ne de postmodernizm gibi bütün farklılıkları birbirinin içine katarak, dönüştürerek bundan melez bir kamusallık, küresel bir karnaval yaratmayı hedefler. Aksine herkesin kendisi olduğu, kendini kendi tanımıyla beyan ettiği, diğerinin alanına, o alanda kullandığı haklara tecavüz etmediği sosyo-kültürel çoğulculuğu öngörür. Ben bunun kamusal zeminine “ihtiram” denebileceğini düşünüyorum. Herkes ve her grup diğerlerinden etkilenir, diğerine bakarak tecrübe aktarır, örf ve kültürünü zenginleştirir, hatta grup değiştirebilir; ancak bu emredici kamu politikalarıyla, zorla ve çaresizlik içinde kalarak değil, tabii seyrinde ve özgür seçimle olmalıdır..
↧