Türkiye’de kimileri, siyah-beyaz tekdüzeliğine indirgenmiş bir kutuplaşmayı keskinleştirmek ve nüanslı düşünmeyi bitirmek için adeta can atıyor.Zıt ideolojilere sahip bu ‘kesin inançlıların’ empoze ettiği tablo şu: Ya iktidarın yanında yer alacaksınız ya karşısında. Erdoğan’a ya biat edecek ya ondan nefret edeceksiniz. Ya çözüm sürecini itirazsız alkışlayacak ya da bir gerekçe bulup karşı çıkacaksınız.Gezi olaylarını ya Türkiye’ye karşı bir komplo ve darbe girişimi olarak görecek ya da her türlü şiddet, hakaret ve taşkınlığı gözardı edip demokratik-sivil bir eylem diyeceksiniz. Şu keskin, toptancı yaklaşımdaki gibi: “Gezi olayı bir komplodur. Komplo değil diyenler de komplonun parçasıdır.”Dış politikada ya hiçbir yanlışı görmeyeceksiniz ya da ters giden her şeyin sorumlusu Türkiye imiş gibi yerin dibine batıracaksınız. Ya Batı’yı yüceltecek ya şeytanlaştıracaksınız.Medya özgürlüğü alanında ya Türkiye’nin Çin’den, İran’dan da beter otoriterleştiğini tekrarlayıp duracaksınız ya da her şeyin sütliman olduğunu savunacaksınız. Sadece konular bazında değil, şahıslar ve gruplar bazında bu yaklaşım moda. Kritik dönemlerde demokratik duruş sergilemiş insanlar, anında düşman sayılabiliyor.Listeyi uzatmak mümkün ama gereksiz. Çünkü gerçek, bu uçlarda değil, ortada bir yerde. Örneğin, demokrasi ve medya özgürlüğü alanında bazı sıkıntıların olduğu kesin. Ama bu haklı eleştiriyi söylerken, demokratikleşme ve özgürlükler alanında en büyük reformların son 10 yılda yapıldığını teslim etmek gerek. Dış politikadaki yanlışları eleştirirken, dünyanın alkışladığı başarıları ve Türkiye’nin iradesi dışında yaşanan olayların kötü gidişteki payını görmezden gelmemeli.Bu toptancı ve kutuplaştırıcı bakış açısına göre uluslararası medya da son dönemde iktidarla ilgili artan eleştirel yayınları nedeniyle düşman kategorisine sokulmuş durumda. Evet, bir süredir uluslararası medyada AK Parti ve Başbakan Erdoğan’a yönelik ciddi eleştiriler var. Ama sırf bundan hareketle çok farklı görüşleri barındıran medyayı düşman ilan etmek, çare olmadığı gibi doğru da değil. Çünkü düşman ilan edilen bu gazeteler, aynı şimdilerde düşman ilan edilen Türkiye’deki kimi isimler gibi, 2007 cumhurbaşkanlığı krizi sırasında ve kapatılma tehdidi karşısında AK Parti’ye büyük destek vermişti. Çünkü Türkiye’yi ekonomik ve demokratik açıdan dönüştüren, hem Batı hem İslam dünyasıyla iyi ilişkileri geliştiren AK Parti’ye sempatiyle bakıyorlardı.Mesela, Cumhuriyet Mitingleri’nin yapıldığı, Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığına karşı askerin 27 Nisan muhtırasını verdiği günlerde Guardian, “Laiklerin dile getirdiği korkularının bir temeli var mı?” sorusuna şu cevabı vermişti: “Bu abartılmış bir korku. Sayın Erdoğan, Türkiye’nin AB üyelik sürecindeki öncülerden biri. Bu, insan hakları ve yönetim açısından Türkiye’yi Avrupa standartları çizgisine getirmek demek. Milli geliri ikiye katlayan Türkiye, ekonomik alanda da Erdoğan yönetiminde büyük başarı sağladı.” (3 Mayıs 2007)Son dönemde ciddi eleştirileriyle dikkat çeken, dünya ekonomi elitlerinin takip ettiği gazetelerden Financial Times, uzun süre AK Parti’nin başarılarına en fazla yer veren medyaydı. Gazetenin yazarlarından David Gardner, 16 Eylül 2011 tarihli yazısında “Erdoğan markası, hem Araplar hem de Batı için yararlı” diyordu. Başbakan Erdoğan’ın “Arap dünyasının en popüler politikacısı” olduğunu belirten yazar, Selahaddin Eyyubi’den sonra bölgede en çok sevilen isim olan Erdoğan’ın Arap dünyasında İran ile rekabet ettiğini, bu bölgesel yarışmanın sonucunun Ortadoğu’nun geleceğini belirlemeye katkı yapacağını kaydediyordu. “Hizbullah kalesi” Lübnan’da bile Erdoğan’ı beğenenlerin oranının da yüzde 87’yi bulduğuna dikkat çekiyordu.Washington Post’un, 27 Nisan e-muhtırasından 4 gün sonraki başyazısı da farklı değildi. Yazıda, çoğunluğu Müslüman olan Türkiye’nin liberal demokrasiyi sağlamlaştırma çabalarının bir dönüm noktasına ulaştığı ve Erdoğan’ın yakın Türkiye tarihindeki en başarılı hükümeti yönettiği belirtiliyordu. Ordunun 27 Nisan gece yarısı bildirisine “talihsiz açıklama” diyen başyazıda, cumhurbaşkanı adayı Abdullah Gül’ün dışişleri bakanlığını başarıyla yaptığı ve Batı başkentlerinde saygıyla karşılandığı ifade ediliyordu. Şu satırlar da o yazıdan: “İslami ajanda gütmek bir yana, Erdoğan önceki hükümetlerin başaramadığı ilerici reformları uygulayarak AB üyeliği çabalarına liderlik etti. Türkiye ekonomisi hızla büyüyor ve modernleşiyor. Demokrasiye en büyük tehdit AKP’den değil, ona karşı çıkanlardan geliyor.”Aynı gazetelerin bugünkü eleştirilerini, bir de dün yazdıklarını hatırlayarak okumak faydalı olabilir.
↧