![]()
Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK), İlahiyat Fakültelerinde felsefe derslerini bütünüyle kaldırmaya niyetlenmiş, fakat bazı üyeler kararlı bir şekilde karşı çıkınca bir orta yol bulunmuş.İslâm Felsefesi, Din Felsefesi ve Din Sosyolojisi dersleri korunacak, Felsefeye Giriş ve Felsefe Tarihi dersleri bundan sonra seçmeli ders olarak okutulacakmış. İlahiyat Fakültesi isminin de İslâmî Bilimler Fakültesi olarak ya değiştirildiği yahut değiştirilmek üzere olduğu kulağıma çalındı. Bana sorarsanız, yerleşmiş, milli hafızaya mal olmuş isimleri ikide bir değiştirmek, bir çeşit cinnet alametidir. Bu haberler üzerine İnternet’te hızlı bir tarama yaptım ve YÖK’ün verdiği kararı Rasim Özdenören ve Mustafa Akyol gibi önemi isimlerin eleştirdiğini gördüm. İlahiyat camiasında da bu karara tepki gösterenlerin bulunduğundan eminim. İnternet’te bu konudaki haberleri ararken Prof. Dr. İlhan Kutluer’in “Felsefe İlahiyatçının Ne İşine Yarar?” başlıklı bir konuşma metnine de rastladım. Bu konuşma, Cemre İlahiyat tarafından 3 Ocak 2008 tarihinde düzenlenen bir akademik toplantıda yapılmış. Toplantının ve konuşmanın başlığı, İlahiyat çevrelerinde öteden beri felsefenin ilahiyatçıların işine yarayıp yaramayacağı konusunun hararetle tartışıldığına işaret ediyor. YÖK’ün şaşırtıcı kararına bakılırsa, “Felsefe ilahiyatçıların işine yaramaz, kafaları karışır!” görüşünü savunanlar sonunda baskın çıkmışlar. Halen Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde İslâm Felsefesi Anabilim Dalı Başkanı ve öğretim üyesi olarak görev yapan İlhan Kutluer’in kendisini “müzmin felsefe talebesi” diye tarif ettiğini söylersem, nerede durduğunu ve felsefeyle ilişkisinin derinliğini daha iyi anlatmış olurum. İlhan Kutluer’in herhangi bir akademisyenden farkı, yaşayan edebiyatın ve canlı kültür hayatının içine yetişerek akademiye intisap etmiş olmasıdır. Dergilerde yazdığı, edebiyat, sanat ve estetikle ciddiyetle ilgilendiği için akademi dışındaki düşünce dünyasından kopuk değildir; geniş ufukludur ve rahat düşünür. Sözünü ettiğim konuşmasının daha ilk paragrafında, meselenin özünü net bir şekilde ortaya koyan aziz dostumuza kulak verelim: “Felsefe, İslâm entelektüel geleneğinin marjinal bir olgusu değil, kelâm ve tasavvuf ile birlikte mütemmim cüz’üdür. Marjinallik vurgusu bir söylemden ibarettir ve İslâm düşünce tarihinde bu söylemi paylaşanlardan bazı önemli simalar felsefî olduğu açıkça ifade edilmemiş olsa da felsefî fikirlere sahip olmuşlardır. Bir temel felsefeye sahip olmak, felsefe kelimesi kullanıldığında tüyleri diken diken olan entelektüellerin de kaçamayacağı bir durumdur. Bu vesileyle belirtelim ki bir ilahiyat talebesi olarak kendi temel felsefemizin ne olduğunu anlamak, ancak felsefe hakkında aydınlanmakla kavranacak bir husustur.” İslâm entelektüel geleneğinde Müslüman filozofların hikmet ve ilim olarak kavradıkları felsefeyi, bazı din bilginlerinin de sapkınlık ve katmerli cehalet olarak gördüklerini hatırlatan İlhan Kutluer, “bu aleyhtar nitelemeler”in İslâm felsefesinin mahiyeti ve tarihteki parlak başarısıyla örtüşmediğini, İslâm dünyasındaki felsefe aleyhtarlığının temel sebepleri üzerinde çalışma görevinin herkesten önce ilahiyatçılara düştüğünü söylüyor. Şu tespite özellikle dikkatinizi çekmek isterim: “Bu çalışmayı sağduyuyla sürdürmenin en emin yolu, felsefeyi aleyhtarlarının metinleri üzerinden değil, bizzat filozofların özgün metinleri üzerinden kavramaya çalışmaktır.” İlhan Kutluer’e göre, felsefe, İslâm entelektüel geleneğinin sadece mütemmim bir cüz’ü değil, “kavramsal, metodolojik ve teorik planda İslâm düşüncesinin kurucu etmenlerinden biri”dir. “Bunu büyük sentezlere ulaşmış ünlü din bilginlerinin eserlerinden felsefî terim, yöntem ve teorik yapıları çıkardığımızda geriye ne kalacağı sorusunu cevaplamakla rahatlıkla anlayabiliriz.” Esasen, İslâm medeniyetinin klasik çağındaki bilim geleneği, zengin felsefî birikimin ardından gelen çabaların bir sonucudur. Önceleri sadece bilgi anlamına gelen “el-ilm” kelimesi, filozoflar tarafından ilmî araştırma metodlarının geliştirilmesi ve bilim tasniflerinin yapılması sayesinde “bilim” (science) anlamını kazanmıştır. Dinî ilimlerin de (Fıkıh Usulü’nün bile) konuları, temel kavramları ve başlıca problemleriyle temel bir ilmî metodolojiye kavuşturulma süreci, bu ilimlerin felsefe ve mantık disiplinlerinden ne kadar mümkünse o kadar istifade etmesi sayesindedir. Bu sebeple, İslâm bilim tarihi, İslâm felsefe tarihinden tecrit edilerek ele alınamaz. İlhan Kutluer’in başka önemli tespitleri de var; hepsini bu kısa yazıya sığdırmak mümkün değil. Onun için konuşmanın son cümlesini, felsefe muhalifi ilahiyatçıların ve YÖK üyelerinin dikkatine arz ederek bu yazıyı noktalamak istiyorum: “Felsefe, bilim, sanat ve teoloji gibi entelektüel bir imkândır. Zihnî ve ilmî gelişimini ciddiye alan her insan gibi, ilahiyatçı da bu imkân âlemine nüfuz etmek ödeviyle mükelleftir.” NOT 1. İlhan Kutluer’in “Felsefe İlahiyatçının Ne İşine Yarar?” başlıklı konuşmasının tamamını okumak ve eserleri hakkında geniş bilgi edinmek isteyen okuyucularımın www.ilhankutluer.net sitesini ziyaret etmelerini tavsiye ederim. NOT 2. Bu yazıyı tamamladıktan sonra, e-mail adresime A.Ü. İlahiyat Fakültesi Felsefe Tarihi Anabilim Başkanı Prof. Dr. Murtaza Korlaelçi’nin başbakanımıza yazdığı mektup da düştü. Bu mektuptan gelecek hafta söz edeceğim.