Başbakan Erdoğan’ın yakınlarda sarf ettiği, “İnanıyorum ki tüm Müslümanlar, dünya üzerindeki vicdan sahibi tüm insanlar da Mısır’ın haklı mücadelesini görüyor ve Mısır’a gıpta ile bakıyor...” şeklindeki sözlerini bir “dil sürçmesi” olma ihtimaline bağlamıştım. (Zaman, 20.08.2013)Yine de Sayın Başbakan’ın bu sözleri beni kolektif, toplu kimlik iddiaları ve arz ettikleri sorunlar üzerine bir kez daha düşünmeye sevk etti. Başlıcalarına kısaca değinmek istiyorum.Belki en baştan, en büyük kolektif kimlikten başlamakta yarar var. Tabii ki “insanlık” dediğimiz zaman yeryüzünde ötekilerden, hayvanlar ve bitkilerden farklı bir canlılar kategorisini kastediyoruz. Ama insanlık kendi içinde, öylesine farklı kategorilere ayrılıyor ki: Irklar, dinler, kültürler, milletler, etnik gruplar ve daha da ötesinde farklı ideolojik ve vicdanî tercihler var. Gerçekten insanların “vicdanî” tercihleri dahi çok farklı olabiliyor. Güncel örnek: İnsanlık, Suriye’de 100 bin kişinin ölümüne, 2 milyon kadarının komşu ülkelere sığınmasına, 5 milyona yakınının kendi ülkelerinde mülteci konumuna düşmelerine sebep olmuş bir diktatöre dur denip denmemesi konusunda bile anlaşamıyor.Yeryüzünde İslam dinine mensup olduğu kabul edilen 1,6 milyar insan var. Müslümanlık en temelinde, İslam dinine ait olma duygusuna dayanır. Ama hemen sormak gerekmiyor mu: Sünni, Şii, Alevi, Nusayri mi, hangisi? Sünni ise Hanefi, Hanbeli, Maliki, Şafi mi, Selefi mi, Vahhabi mi? Tarikat, cemaat bağı varsa, hangisi? İnançlı mı, yoksa ana-babadan tevarüs mü? Dinin gereklerini yerine getiriyor mu, getirmiyor mu? Dinsel kimliği bireysel bir tercih mi, yoksa zorunlu bir aidiyet olarak mı görüyor? İslam’dan siyasi bir ideoloji çıkarıyor mu, çıkarmıyor mu? Köktenci mi, yoksa özgürlükçü bir İslam anlayışına mı sahip? Sorular daha da uzatılabilir. Hele aralarındaki şiddetli çatışmalar da dikkate alındığında, “Biz Müslümanlar...” diye başlayan söylemler, anlamsızlığa yaklaşırken, belirli bir İslam anlayışını Müslümanların hepsine dayatma tehlikesini de içeriyor.Dünyada “Türkler” olarak anılan bir millet var. “Türklük” en temelinde bir aidiyet, Türk milletine mensup olma duygusu. Bu aidiyet duygusunu paylaşanlar çok farklı ülkelerde yaşıyor olabiliyor, çok farklı dinsel inançlara ve etnik kökenlere sahip olabiliyor (örneğin Çerkes, Gürcü, Boşnak, Arnavut, vesaire ama kendisini Türk hissediyor), bazen Türkçe konuşmuyor dahi olabiliyor. Bunun ötesinde “Türklük” duygusunu paylaşanların elbette ki çok farklı siyasi ideolojileri ve görüşleri var. Türk olmak Türk milliyetçisi olmakla asla eşanlamlı değil; etnik Türk milliyetçilerinin Türkler arasında küçük bir azınlık olduğu muhakkak. Türklerin aralarındaki dini, siyasi görüş farklılıklarının şiddetli çatışmalara yol açabildiğini de biliyoruz. Dolayısıyla “Biz Türkler...” (hele hele “Türk milleti affetmeyecektir...” vesaire) şeklinde başlayan söylemler fazla bir şey ifade etmediği gibi, belirli bir ideolojik tercihi bütün Türklere dayatma tehlikesini de içeriyor.Dünyada “Kürtler” olarak anılan bir millet var. Kürtlük de öteki milletlerde olduğu gibi temelde bir aidiyet, bir millete mensup olma duygusu. Kürtçe bilmeyen etnik Kürt milliyetçileri olduğunu iyi biliyoruz. Yukarıda “Türkler / Türklük” için söylediklerimin hepsi elbette ki Kürtler için de geçerli. Dolayısıyla “Biz Kürtler...” diye başlayan söylemler fazla bir şey ifade etmediği gibi, belirli bir ideolojik tercihi bütün Kürtlere dayatma tehlikesini de içeriyor.
↧