Image may be NSFW.
Clik here to view.
Sermaye hareketlerinin ve kur rejiminin serbest olduğu bir ortamda döviz kuru iki para birimi arasındaki faiz farkı beklentisinden başka bir şey değildir. Faiz ise ekonomideki temel göstergelerin bir fonksiyonudur.Global finansal sistem bu düzen üzerine kuruludur. Gelişmiş ülkelerin (GÜ’lerin) temel ekonomik yapılarının daha sağlam ve kriz riskinin daha az olduğu düşünüldüğü için para birimlerinin getirilerinin düşük olması normal karşılanır. Aynı mantıkla daha riskli grup olan gelişmekte olan ülkelerin de (GOÜ’lerin de) daha yüksek getiri sunması beklenir. GÜ’lerin önemli bir özelliği de global finansal sisteme para birimlerini kabul ettirmiş olmalarıdır. O nedenle ABD ekonomisi Türkiye ekonomisinden fazla cari açık verse bile bu, daha zayıf olduğunu göstermez. Çünkü ABD ithalatını kendi para birimiyle öder. Sonra da o dolarları hem de çok düşük faiz ödeyerek geri alır. Çünkü dünyada finansmanın çoğu dolar, Euro, yen gibi para birimleri cinsinden olur. Merkez bankaları rezervlerini bu para birimlerine güvendiği (ve ileride kendilerinden istenecek de onlar olacağını düşündüğü için) GOÜ para birimlerinde tutarlar. Bugün dünyada spot döviz (para) alım satım hacmi günde net 2 trilyon dolardır. Bu işlemlerin % 83’ünde alınıp satılan paralardan biri ABD Doları, % 37’sinde Euro ve % 30’unda Japon Yeni’dir. TL’nin taraf olduğu kısım toplamın sadece binde 8’idir. Bu veriler, TL ile ABD Doları arasındaki güven farkını açıkça ortaya koymaktadır. Bu ortamda normalde getirisi daha düşük GÜ para birimleriyle getirisi daha yüksek GOÜ para birimleri arasındaki getiri farkı açıldıkça GÜ’lerden GOÜ’ye sermaye akışı olur. GOÜ merkez bankaları da bunları alıp rezervlerine koymazsa GOÜ paraları değerlenir. GOÜ paralarının değerlenmesi onlara güveniliyor demek değildir. Tersine, getiri farkı olması gerektiğinden daha yüksek, riskine (risk algılamasına) göre daha fazla kazandırıyor demektir. Bu süreç uzadıkça sermaye akışı devam eder. Bir süre sonra sebebi ne olursa olsun, getiri farkı algılanan riski telafi edemeyecek kadar daraldığında GOÜ’lere gelen sermaye fark yeniden açılana kadar geri dönmek ister. Bunun için (varsa o güne kadarki kazancıyla birlikte) döviz talep eder. Henüz ödeme vadesi gelmemiş borçlular da ihtiyatlı olmak için bu döviz talebine eklenirler. O aşamada merkez bankasının önünde 3 seçenek kalır: Ya döviz talebi azalana kadar kendi kontrolündeki faizi artırarak getiri farkının, para biriminin riskinin ötesine geçmesini sağlar. Ya da ekonomiye istediği kadar döviz vererek döviz talebini doyurur. İki ucu pis değnektir. Faiz çok yükselirse ekonomik büyümeyi yavaşlatır ve bilançoları tahrip eder. Döviz talebini doyuracak kadar da elde döviz olmayabilir. Temel bilgisi zayıf politikacıların yaptığı gibi riskin az olduğunu iddia edip piyasaları mevcut getiri farkına ikna etmeye çalışmanın anlamı yoktur. Bir şey yapılmaz, sadece konuşulursa döviz kurları yükselir, ihtiyacı olmayan da trene atlar, panik başlar. Piyasalar ancak istediklerinde istedikleri kadar döviz alabileceklerine inanırlarsa panik yapmazlar. Yani merkez bankasında yeteri kadar döviz rezervi olduğunu görmeleri ve bunu gerektiğinde makul fiyatlarla piyasaya satacağına inanmaları gerekir. Son haftalarda Rusya, Çin, G.Kore gibi döviz rezervleri çok yüksek ülkelerde döviz talebinin daha az olması bunun göstergesi. (Grafik 1) Ama merkez bankaları açısından rezerv biriktirmenin bir maliyeti ve limiti vardır. Belli bir büyüklükten sonra o rezervi yönetmek zorlaşır. En uygun (optimal) seviyeler için geçmiş krizlerden derlenmiş akademik kriterlere bakılabilir ama onlar da genellemedir. Kriz anında panikle katlanarak büyüyen döviz talebini önceden tahmin edebilmek zordur. Merkez bankası kendisinde yoksa bile dövizi başka bir kurumdan hemen elde edebilirse yine paniği engelleyebilir. Geçmişte yeteri kadar rezervi olmayanların döviz kurları hızla yükselince IMF’ye gidip yardım istemek zorunda kalınmasının sebebi yatırımcıların IMF’nin rezervine güvenip döviz talebini azaltmalarıdır. Euro bugün parçalanmadıysa bu Yunan bankalarından Alman bankalarına kaçan Euro’ların Yunan bankaları tarafından Avrupa Merkez Bankası’ndan kredi kullanıp ödeyebilmesi sayesinde olmuştur. Merkez bankaları arasındaki swap (para değişimi) anlaşmalarının sebebi de böyle durumlarda birbirlerinin rezervlerinden faydalanabilmeleridir. Bu ortaklıkların yeni bir çeşidi de BRIC ülkelerinin 100 milyar dolarlık bir ortak rezerv fonu kurmaları oldu. Bu ülkelerde 4,6 trilyon dolar resmi döviz rezervi var. Ama dış borçları ile netleştirildiğinde Brezilya sıfırlanırken Rusya’nın 240, Hindistan’ın 140 milyar dolar açığı oluşuyor. (Grafik 2) Burada tek sağlam konumu olan 2,7 trilyon dolar fazlasıyla Çin. Demek ki, bu ülkelerde bir şey olursa onları Çin kurtaracak. O da havuza yapacağı 40 milyar dolarlık katkı ile. Bu tür bir fonun GOÜ’lerdeki sert sermaye hareketlerini yumuşatabilmesi için FED, ECB gibi bir ortağının olması (IMF’deki gibi), havuzun çok daha büyük tutulması, Türkiye gibi birçok cari açıklı ülkeyi içine alması ve ortaklara koşulsuz ve ani bir şekilde kendi dış yükümlülüklerinden çok daha büyük bir kısmına ulaşabilmelerine imkân tanıması gerekli. Bunu da kimse kolay kolay ve karşılığında bir çıkarı olmadan yapmaz.
Clik here to view.
