![]()
İtiraf etmem lazım ki, Olimpiyat adaylığına dair kuvvetli şüphelerime rağmen, cumartesi günü İstanbul’un kazanmasını istedim. Bir kere finale kalınca, sağlıklı rekabet hissine sahip herkes, birinciliği kazanmak ister. Maalesef öyle olmadı ve 2020 Olimpiyat Oyunları’nın organizasyonu Tokyo’ya gitti.Elbette, son sözü söyleyen oylamanın ardından, birbirini suçlama oyunları derhal başladı.Hükümet çevreleri, beklendiği üzere, Gezi Parkı göstericileri ile kendi bakış açılarına göre protestocuların reklamını yapan medyayı suçladı. AKP karşıtları ise, söz konusu protestoların şiddetle bastırılmasının Türkiye’nin yurtdışındaki imajına olumsuz etkisine vurgu yaptı. Eleştirel kesim, çoğunlukla, Başbakan Erdoğan’ın gelecek seçimde İstanbul’un Olimpiyat zaferinden istifade edemeyecek olmasından mutluydu.Bence, İstanbul’un Tokyo’ya kaybetmesinin sebepleriyle ilgili tartışma, fazlasıyla iç meselelere odaklanarak, başka vesilelerde de Türkiye’ye pahalıya patlayabilecek önemli bir noktayı kaçırıyor. İzninizle açıklayayım. Gizli oylamayı analiz etmeye çalışmak her zaman zordur, ama oylamanın öncesi ve sonrasında yabancı medyaya bakarsak, 2020 kararının, büyük ölçüde, yüzde 75’e varan oranda, İstanbul ya da Türkiye’nin tesir edemeyeceği etkenlerce belirlendiğini net biçimde görebiliriz. New York Times’ın isabetli şekilde belirttiği gibi, Tokyo tercihi, ‘siyasi ve ekonomik belirsizlik döneminde, dönüştürücü olmaktan ziyade, güvenli bir seçimdi’. Japonlar, başarılı bir biçimde, kendilerini ‘emin eller’ olarak takdim etti ve Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC) üyelerinin büyük çoğunluğu, bu sava ikna olup, gelenek ve istikrardan yana oy kullandı. Buna, Türkiye’nin komşularındaki çalkantıyı, Asya’da yeni Olimpiyat sponsorları bulmaya yönelik ticari itkiyi ve İstanbul’u riskli bir tercih gibi gösterecek şekilde, Rio de Janeiro’nun 2016 Olimpiyat Oyunları için hazır hale gelememesiyle ilgili büyüyen endişeleri eklerseniz, Türkiye’nin IOC’deki zihniyeti değiştirme şansının çok az olduğu ortaya çıkar.Japonya’dan farklı olarak, Türkiye, henüz zengin ve istikrarlı bir ülke değil. Her türlü riskle karşı karşıya gelişen bir ekonomi ve gerilim ve mücadeleler eşliğinde dönüşümden geçen bir toplum. IOC’nin, spor ve kardeşliği teşvik eden bir kurum kadar, doğası gereği riskten hazzetmeyen bir ticari teşebbüs de olduğu asla unutulmamalı. Bu bağlamda, Tokyo, reddedilmesi imkânsız bir teklif sundu.Lakin açıklamanın kalan yüzde 25’i, İstanbul’un adaylığının hususiyetleriyle bağlantılı. Yetkililerin son protestolara demir yumruk indirerek karşılık vermesinin ve süregiden doping skandallarının yardımcı olmadığı aşikâr. Ama bunlar belirleyici değildi.Buenos Aires’te, iktidar partisinin Batı’yı hedef alan haşin söylemine karşı bir kızgın tepki silsilesinin ilk örneğini görmüş olabiliriz. Aylardır, Erdoğan ile bazı bakanları, Avrupalılar ile Amerikalıları, Mısır’da ikiyüzlü, Suriye’de alçak ve her daim gizli İslamofobik oldukları gerekçesiyle fırçalıyor. AB’nin eski Türkiye Temsilcisi ve Carnegie Uluslararası Barış Vakfı’nın misafir uzmanı Marc Pierini, geçen hafta, iktidar partisinin, Türkiye’nin dünyanın geri kalanıyla ilişkilerini kutuplaştıran söyleminin yarattığı risklere dikkat çekti: “Hükümetin, taktik siyasi bağlamda tutmayı tercih ettiği yön, dış cephede güttüğü hırslara büyük oranda ters. Birbirine zıt iki mantık işlerken, AKP’li siyasiler, bunu Brüksel, Berlin, Washington DC ve diğer yerlerdeki muhataplarına izah etmekte giderek daha çok zorlanacak.’’IOC’nin 38 Avrupalı üyesinden biri olduğunuzu ve her zamanki gibi sakin Japon Başbakanı’nın sunduğu ile geldiğiniz kıtaya daha bir hafta önce yine sözlü saldırı düzenlemiş bir siyasinin savunduğu adaylıklar arasında tercih yaptığınızı hayal edin. Dürüst olun, içten içe ne hissederdiniz?Türk hükümetinin benimsediği zehirli dilin yarattığı yan hasar, büyük ihtimalle, Olimpiyat Oyunları’na ev sahibi seçme süreciyle sınırlı kalmayacak. Türkiye’nin 2015-16 dönemi BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliğini kazanma şansına da darbe indirebilir.Bu, belki içeride başarılı olan, ama Türkiye’nin dışarıdaki itibarına ve uluslararası prim yapma şansına ölümcül zarar veren bir politika için çok ağır bedel ödemek demek.