Geçtiğimiz 15 Ağustos’ta (YÖK) Yükseköğretim Genel Kurulu’nda ilahiyat fakültelerinin müfredat programı üzerinde oyçokluğu ile köklü değişiklikler yapıldı.Felsefe ve Din Bilimleri Bölümü derslerinin tamamının sembolik hale getirilmesi, bazı felsefe derslerinin ise zorunlu dersler arasından çıkarılması ilahiyat camiasında, entelektüeller arasında büyük bir tartışma başlattı.Akademik özgürlüğün tehdit altında olduğu endişesi küçümsenemez. Bu değişikliğin, bilimsel zeminde değil de, bir idari zeminde yapılması ve akademisyenlerin dayatma ile karşı karşıya kalması gerçekten üzücüdür. Asıl endişe kaynağı ise bir zihniyet değişikliği sayesinde, küreselleşen bir dünyada, Türkiye’nin ilahiyat sahasında kendi içine kapanarak İslam’ın evrensel mesajlarının duyurulması konusunda tarihi tecrübeden ve özden uzaklaşma tehlikesidir…Bu değişiklikten önce ilahiyat fakültesinin ismi değişti. Fakülteyi, akademik hüviyetinden uzaklaştırıp din adamı yetiştiren bir yapıya döndürmeyi kimse savunamaz. Zira Diyanet’in ihtiyacı olan müftü, imam, vaiz, müezzin kadroları için bugün işleyen bir sistem var. Haseki kurumu sayesinde de çok güzel bir noktaya gelindi. Felsefe ile ilgili bakış açısına gelince. Felsefeyi bütünüyle zararlı ve tehlikeli görmek doğru değildir. Materyalizme dayalı, gücünü pozitivizmden alan, rasyonalizmden (akılcılıktan) beslenen felsefenin bizim aydınımızı yüz elli yıldır etkilediği doğrudur. Vesayet zihniyetinin kendi değerlerimizin karşısına diktiği bu felsefenin, bir kısım aydınımızda yabancılaşmaya temel olduğu da doğrudur. Din tanımayan felsefe ve mücerret akılcılık, kendi mana köklerinden kopmuş insanımızı, maneviyata kapalı bir dünyaya hapsetmiş olabilir. Bugün ise ufuklarımızda, geçmiş asırların din-bilim kavgasının yerine kalp ve kafayı buluşturan yeni bir eğitim anlayışı belirdi. Bu açıdan siz insanlara, “her şeyi okumayın, kafanız karışır” derseniz, bizim Rönesans’ımızın önüne setler çekersiniz. Siz okutmayacaksınız, başkaları ise okuyacak ve bizim ilahiyatçılarımız onlar karşısında fikir kısırlığı yaşayacak. Doğrusu, evvelâ bize ait temel eserlerin okunmasıdır. Yani önce; tefsirde, hadiste, fıkıhta, kelâmda kendi usulümüze göre kendi düşünce dünyamızı örgülemeliyiz. Sonra o dünyaya tutunarak, her türlü derinliğe dalabilecek kadar zengin ve sağlam müktesebatımızla küresel sistemle yaka paça olabiliriz… “Evet, her şey okunmalı, ancak her şeyden evvel bizim için her şey sayılan kendi kitaplarımız okunmalıdır. İşte o zaman çizgiyi korur, şirazeden çıkmaz ve Şark’ın da Garb’ın da birikimlerini değerlendirebilecek bir fikrî seviyeye ulaşırız.”Bilim ve teknolojide ilerlemeyi de stratejik bir hedef haline getirmeliyiz. İlmî ilerlemelerden korkmak ve kopmak, asırlardır bize pahalıya patladı. Milletler arası yarışta arkalara düştük. Cehalet, fakirlik ve kutuplaşmalar bizi bizden aldı. Yetmiyormuş gibi yönetici katında, aydın katında, ilimler kendimizi inkâra vesile sayıldı. Bu yanlıştı. Şimdi yeni ufuklara yürümek gerekiyor. İçe kapanarak değil, ilimler inanç, ahlâk ve hikmetle yoğrulmalı, akıl ve kalbin izdivacını savunarak dünyaya açılmalıyız. İlahiyat fakültelerine, günümüz dünyasını doğru okuyarak geniş ufuklar kazandırmayı düşünmeliyiz. YÖK’ün kararı yeniden ele alınmalıdır…
↧