![]()
Küresel krizin nedeni olmasına rağmen, korkunç lobi gücü ve kirli çıkar ilişkileri nedeniyle küresel finans terörüne neşter atılamıyor. Suç, kayıp, zarar çok ama suçlu ve ceza yok!Oysa, kırmızı ışıkta geçene ceza kesen, hatta hiç kimsenin olmadığı gecenin bir köründe stop lambasında ‘arabanın dört tekerinin de durmasını’ şart koşan, sırf polisin ‘dur’ ihtarına uymadığı için insanları öldürme hakkı veren bu ABD düzeni, hem kendi halkını hem de dünyada halkları adeta esir almış durumda. Geleceğimiz ipotek altında. Adeta faal bir yanardağ üzerinde oturuyoruz. Bir de bu düzenin öğretilerini adeta kutsal bir metin gibi ezberleyen ‘bizimkilerin saflığı’ sorunumuz var. Papağan gibi gelip gelip bu düzenin telkinlerini bize anlatıyorlar. Yerli ve otantik hiçbir şey ilave edemiyorlar. Açıkçası taklit etme kabiliyetleri bile tartışmalı. Bir örnek. Bütçe açığı veren, rezerv parası olmayan, rekor cari açık veren, borcu bol olan ancak kendi parası ile borçlanamayan, enflasyon sorunu olan, ulusal tasarrufları dibe vurmuş olan bir ülke tutmuş İstanbul’u finans merkezi yapacak! Bunu yapanlara bir bak bakalım zamanında böyle mi idi? Bina yaparak ve içindeki aletlerden el parasını geçirerek elde edilecek konum işin taşeronluğundan öte gitmez. Gayrimenkul ve ofis fiyatlarını patlatarak düşük katma değerli Türk ekonomisini bu maliyet baskısı atında boğarsınız. O halde şaşılığımıza bir neşter atmak üzere bir dizi kalkınma tarihi dersini sıralamak gereği vardır. Bir, iktisat tarihi bize kalkınma ve sanayileşmenin paralel bir olgu olduğunu söylüyor. 75 milyonluk nüfusu ve 800 bin kilometrekareye yakın toprak büyüklüğü ile koskocaman Türkiye’ye adeta Singapur, Dubai gibi ‘şehir devleti’ muamelesi yaparak imalat sanayiinden kopmasını salık vermek akla ziyan bir yanlış olur. Ya da o zaman İsveç, İsviçre, Norveç, Hollanda gibi kuzey ülkelere bakalım. Şu Trakya bölgesi büyüklüğündeki ve 7 milyonluk nüfusu ile İsviçre harikası neden bize örnek olmaz? Her türlü imalat, hizmet ve tarımı var. Ve bıçaktan çeliğe, saate, içeceğe, arabaya, peynire, süte, suya kadar el attıkları her şeyde bir dünya markası. Keza spor ve sanatta da öyle. Halkı, Hakk’ı ve devleti tokatlama kültürü ile gidecek bir yer yok. İki, unutmayalım ekonominin, daha doğrusu bir yılda üretilen toplam mal ve hizmetin (GSYH) sadece yüzde 25’i kadarı sanayi mamullerinden oluşuyor. Ancak geri kalan yüzde 75’lik ekonomi aslında bu sayede var olabiliyor. Bizim ölçeğimizdeki bir ülkede, arkada sanayisi olmayan ‘hizmet ekonomisi’ diye bir şey olamaz! En iyisi İspanya’dır. Durumu da ortadadır. Üç, öte yandan tarihi tecrübe, kaliteli bir sanayinin arkasında kaliteli bir finansal sistemin gereğine işaret eder. Bu, olmazsa olmaz şarttır. Finansal sistemdeki kaynakların uzun vadeli sanayi hedeflerine yönlendirilmesi başarılamaz ise bu kaynak tam bir baş belası olur. Varlığı, olmayışından daha zararlı olur! Dört, ancak taşıma suyla değirmen dönmez ve büyümenin finansman kaynağı olarak sürgit dünya görülemez. Kim ne koyarsa payını alacağından dışarıya net bir kaynak transferi olacaktır. Hele hele düşük katma değerli bir ekonomide elde bir şey kalmaz. 2013 yılının ilk yarısında ekonomi yüzde 3,7 büyüdü. Biz buna yerinde saydı ya da patinaj yaptı demeliyiz. Peki büyümenin kaynağı ne oldu? Mali aracılık hizmetleri, gayrimenkul ve kamu harcamaları. Sırasıyla yüzde 7,5, yüzde 6,2 ve yüzde 4,7 artmış. Büyümeyen bir ekonomide bu devam edebilir mi? Özel sektörde genel ve makine teçhizat yatırımı düşmüş, ihracat ayağı ise net olarak büyümeyi aşağı, cari açığı yukarı çekmiş. Son derece ibretlik ve çarpık. Anlayacağınız neo-liberal dogmaları bir kenara bırakıp, acilen gerçeğe dönmeliyiz. Dersler çıkarmaya devam edeceğiz...