![]()
Brüksel ve diğer AB başkentlerinde, aylardır, önemli kararlar, ‘Alman seçimlerine dek' erteleniyor.AB'nin geleceğiyle ilgili süregiden pek çok tartışmada Berlin'in görüşünün belirleyici olduğundan kimsenin şüphesi yok. İster bankacılık birliğinin kesin mimarisi ister Yunanistan için yeni yardım paketinin boyutu olsun, en nihayetinde bir karar ancak Alman şansölyesinin onayıyla alınabilir. Ama bunların kaçınılmaz sonuçlarından bazısı muhtemelen Alman seçmeni tarafından pek hoş karşılanmayacağından, Almanya'nın halihazırdaki lideri Angela Merkel şimdilik haklarında sessiz kalmaya karar verdi. Bu da, hafta sonundaki seçimlerin ardından Berlin'de hükümet kuruluna kadar Avrupa'nın kıpırdayamaması anlamına geliyor. İhtiyat, Merkel'in riskten kaçınan siyaset tarzının karakteristiği. Hakkında kitap yazmış Stefan Kornelius'un formüle ettiği üzere: “İster seçimlere hükmetsin ister ucu ucuna ipi göğüslesin, Merkel, aynı sıkıcı, ölçülü biçili tarzda hükümet etmeye devam edecek. Adım adım, bir krizi takiben diğer krizle…''Merkel'in Avrupa'nın geri kalanındaki ekonomik çalkantının ortasında Almanya'nın konforlu istikrarını etkileyicilikten uzak savunuşu, yabancı gözlemcilerin sabrını taşırsa da, Almanya'da bayağı popüler kalmasını sağladı. Anketler, içerde temkinli olması ve avro bölgesinin geri kalanında kemer sıkmanın gerekliliğini vurgulamasının pek çok seçmen tarafından takdir edildiğini gösteriyor. Ama kişisel artı puanları ve partisine açık ara seçmen desteğine rağmen, halihazırdaki koalisyon ortağı, liberal FDP ile hükümet etmeye devam edip edemeyeceği belli değil. Uzun zamandır yüzde 5'lik seçim barajı seviyesinde dolaşan FDP, federal parlamentonun dışında kalma tehlikesiyle karşı karşıya. Öyle sonuçlanırsa, gerçekçi bakış açısından, geriye tek bir seçenek kalır, o da Merkel'in Hıristiyan Demokratları ile Sosyal Demokrat Parti'nin (SPD) ‘Büyük Koalisyon' kurması. Dolayısıyla son kampanya haftası, siyasi meselelerden spekülasyonlara kaydı ve muhafazakâr seçmenlerin taktik amaçlı oy kullanması ile SPD'nin iktidara olası dönüşünün etkilerini gündeme taşıdı.Önünde sonunda yeni Alman hükümetine yine Merkel liderlik edecek ve Avrupa'nın geri kalanı, tüm kararların askıya alınmasından ne çıkacağını görmek için endişeyle bekleyecek. Nihayet Almanya kararını verdiğinde, Avrupa hızla ileri atılacak mı? Son günlerde bir dizi tanınmış analist, beklentilerin çok yükseğe çekilmemesi uyarısı yapıyor. Sadece Merkel'in kişisel tarzı ve ihtiyatlılığı yüzünden değil, daha da önemlisi, halihazırdaki Alman dış politika kurumsallığının çoktan yapmışa benzediği bazı temel siyasi tercihlerden ötürü.Carnegie Europe Başkanı Jan Techau, bu temelleri şöyle özetliyor: Her türlü jeopolitik hırsın reddi ve Avrupa'da, birbirine zıt görünen iki yönün bileşimi: Üye ülkelerin mali ve ekonomik politikaları üzerinde daha fazla AB denetimi, ama daha az siyasi entegrasyon. Avrupa Dış İlişkiler Konseyi'nden Ulrike Guérot'nun gözlemleri de bu analizle aynı çizgide. Guérot, hem rekabetçi avro bölgesinin hem de güçlü ve uluslararası nüfuza sahip AB'nin inşa edilmesine Almanya'nın liderlik etmesine yönelik Avrupa'dan yükselen çağrılara, Berlin'in uyma niyetinde olmadığını ileri sürüyor. Guérot'ya göre, Merkel, Almanya'nın ticari yönelimlerini takip edecek bir dış politika uygulamaya devam edecek ve Avrupa'nın geri kalanının da işine yarayacak bir küresel stratejik vizyon üzerinde çalışma ihtiyacı duymayacak.Techau ve Guérot haklıysa ki, korkarım haklılar, kendi kendini kısıtlama modeli Türkiye için hayra alamet değil. Türkiye'nin AB üyeliğine dair en güçlü sav, stratejik hesaplar üzerine inşa edilmişti; Türkiye, tüm gerekli ekonomik ve siyasi reformları yerine getirmesinin ardından, küresel hırsları olan güçlü Avrupa için büyük değer olacaktı. Ama Avrupa'nın lider gücü başka bir Avrupa vizyonuna -ekonomik açıdan güçlü, ama siyasi esinden nasiplenmemiş- yazılıyorsa, Türkiye'nin AB müzakerelerindeki kördüğümün nasıl üstesinden gelineceğini görmek zor.