Merkez bankaları günümüzde enflasyonu düşürmede “iletişimi” bir para politikası aracı olarak kullanıyorlar. Bunu “masrafsız” bir politika aracı olarak da düşünebilirsiniz. Enflasyon hedefleme adı verilen yaklaşımda, merkez bankaları piyasalara ulaşmayı istediğiniz sonucu anlatarak iletişim aracını faiz aracının etkilerini güçlendirici bir araç olarak düşünüyorlar. Ama bazen iletişim aracı faiz kadar etkili hale gelebiliyor.Dahası, eğer büyük iktisatsanız sizin merkez bankanızın iletişim politikası diğer ülkeleri etkileyebiliyor ve büyük zararlara da yol açabiliyor. FED’in 22 Mayıs’ta dünyayı sarsan açıklamasından sonra bu hafta “mayıs ayında şaka yaptım” demesi buna bir örnek. Birkaç açıklamayla piyasalar allak bullak olurken diğer bir açıklamayla ortalık büyük ölçüde duruldu. Dolayısıyla, enflasyon hedefleme adlı yaklaşımın diğer yönleri olduğu gibi en önemli ayaklarından olan iletişim aracının kullanımının da gözden geçirilmesi elzem. Özellikle, merkez bankalarının 3 ayda pozisyonlarında 180 derece dönüş yaptığı şeklinde algılanabildiği bir dönemde.Esasında, Bernanke tarafından yapılan ilk açıklamanın piyasaları allak bullak etmemesi gerekirdi; son açıklamanın da bu kadar hızlı bir düzelmeye sebep olmaması. İlk açıklamada Bernanke, Amerikan ekonomisinin canlanma emareleri gösterdiğini ve eğer işsizlik rakamları düzelmeye devam ederse buna bağlı olarak tahvil alımlarının yavaşlatılabileceğinden bahsetmişti. Bu gayet normal bir politika idi. Amerikan Merkez Bankası’nın bilançosu 2008 yılından sonra oldukça şişmişti.Dünya ekonomisini saran aşırı likidite, enflasyonu artırmasa da (Amerikan hanehalkının tüketimi artırmasına, şirketlerin de yatırımları artırmasına sebep olmuyordu) eninde sonunda aşırı genişleyici para politikalarından çıkış süreci başlayacaktı. Bu aşırı likidite, tüketim ve konut inşaatı sektörlerini canlandırmasa da finansal varlık piyasalarını yukarıda tutuyordu. Yani borsalar yüksek, borçlanma faizleri düşük seyrediyordu. Ancak krizin başlangıcını 2008 olarak alırsak, 5 yıl sonra, canlanma emareleri görünmeye başladığında bu durum “normale” dönüş olarak yorumlanarak politikaların da normale dönmesinin konuşulması pek de beklenmedik bir şey gibi algılanmamalıydı.22 Mayıs açıklamasından sonra Amerika’da tahvil faizleri kısa sürede 130 baz puan kadar yükseldi. Yeni yeni hareketlenmeye başlayan ipotek kredileri piyasasının yükselen faizlerle tekrar çökebileceği ortaya çıktı. Dahası, Amerikan ekonomisindeki canlanma henüz garanti değil. Sonuçta, Bernanke, 2004 yılında Greenspan ile başlayarak 2006’da kendisiyle devam eden faiz artırımı kararının ortaya çıkardığı yıkımı, görevinin sonuna gelmişken tekrar etmekten çekindi.Ancak yapılan açıklama asıl etkisini Amerika’da değil, bu likidite bolluğundan nasibini alan “gelişmekte olan” piyasalarda gösterdi. Ucuz ve bol paranın beslediği “parti bitiyordu.” Kurlar değer kaybetti; borsalar düştü; faizler yükseldi. Türkiye de bundan nasibini aldı.Dinleyen söyleyenden arif değilse…Esasında likiditenin yavaşlaması kararı tüm bu ülkelerin hayrınaydı. Mayıs ayından sonra, aşırı değerlenen kurlar normale erişemese de doğru yönde hareket etmişti. Faizlerin bir miktar yükselmesi zararlı olsa da aşırı likidite eninde sonunda ortadan kalkacağına göre bu sadece bir zamanlama problemi ortaya çıkarmıştı. Borsaların ise artık temellere dönerek aşırı likiditenin olmayacağı yeni dünyaya ayak uydurması gerekiyordu. Piyasalar böyle düşünmedi tabii; daha çok “kaçak” ve “beleş” parti sona erdi diye düşündü.Geçen çarşamba günü yapılan açıklama durumu hızla tersine çevirdi. Sonraki açıklamaları bir tarafa bırakırsak, FED bir dolar yeni para basmadan piyasaları 180 derece geri çevirmeyi başardı. Ne oluyordu?Böyle bir dünyada bağımsız para politikasından bahsedilebilir mi?Tartışma şu: bugünün dünyasında özellikle kendi yerel paraları uluslararası paralar gibi (dolar, Euro, yen) kabul görmemiş olan küçük ekonomiler kendi bağımsız para politikalarını oluşturabilir mi? Bir zamanlar moda olan “para kurulu” yaklaşımında da buna benzer bir mantık vardı; merkez bankasının bağımsızca enflasyonist para basımının engellenmesi için para politikasının otomatiğe alınması.Bugünün dünyasında küçük ekonomilerin merkez bankalarını suda yüzen bir otomobilin şoförlerine benzetebilirsiniz. Ellerinde bir direksiyon olsa da pek işe yaramıyor. Amerikan ve diğer büyük merkez bankalarının ürettiği likidite diğer merkez bankalarının hükümranlığını sınırlıyor. Hatta geçen haziran ayı ve geçen haftaki “iletişim” aracının gösterdiği gibi, aşırı likidite dönemlerinde, artık büyük merkez bankalarının “sözleri” bile piyasaları yönlendirmede küçük merkez bankalarının tüm araçlarından daha güçlü olabiliyor.İşte bu yüzdendir ki, Türkiye dahil bazı ülkeler farklı araçları da devreye sokarak kontrol ve etkileme güçlerini artırmaya çalışıyorlar. İstanbul Finans Zirvesi’nde konuşan Polonya Merkez Bankası Yönetim Kurulu üyesi Katarzyna Zajdel-Kurowska’nın “esnek enflasyon hedefleme” diye bahsettiği ve temel enflasyon hedefleme mantığını bir tarafa bırakan daha “aktivist” para politikası yaklaşımı da bunun bir örneği.Sonuç olarak bugünün aşırı likidite ortamında dünyada kaç merkez bankası var dersiniz?
↧