Çözüm sürecini başlatıp yürütmek, hükümet için getirisi yüksek ama aynı oranda da riskli bir siyasetti.Başarılı olunduğu takdirde demokrasinin yerleşmesi, yani çoğunluğun yönettiği, bürokratik vesayetin devre dışı kaldığı bir sistemin yerleşmesi sağlanacaktı. Bunun ise uzun vadeli bir AKP iktidarı ima ettiği açıktı… Ancak riskler de hiç aşağı kalır gibi gözükmüyordu. Başarısız olunduğu takdirde sorumluluk AKP üzerine yıkılacak ve bedeli muhtemelen seçimlerde ödenecekti. Çünkü başarısızlık bizleri ilk başladığımız noktaya değil, büyük ihtimalle Kürt siyasetinin daha sert davranmasını meşru kılan bir duruma taşıyacak ve hükümet arı kovanına çomak sokmakla itham edilecek, hem akılsız hem de vatan haini muamelesi görecekti. Ama iş bununla bitmiyor… Çözüm süreci başarılı olsa da hükümet için riskler var. Kürt siyasetinin nasıl davranacağını, demokratik ortamı nasıl kullanacağını, çıtayı sürekli yükseltip yükseltmeyeceğini, tabanı ayrılıkçılığa doğru teşvik edip etmeyeceğini bilmiyorsunuz.Böyle bakıldığında AKP iktidarının aldığı riski küçümsemek mümkün değil. Bu parti, bu hükümet, bu kadro ve bu lider dışında görünür gelecekte herhangi bir başka adayın çıkma ihtimali de yok. Ancak buna rağmen siyasi iktidar böyle bir hamleyi sırtlıyor ve geri adım atmaya da niyetli gözükmüyor. Bunun nedenini oy hesabıyla, basit iktidar hevesiyle açıklamak mümkün gözükmüyor, çünkü Kürt meselesini çözmese de AKP'nin iktidar olmasını engelleyecek bir güç yok. En kötü ihtimalle silahlı çatışma sürer, hükümet kendisine yakın askeri komutanların ordu yönetimine gelmesini garanti altına alır ve her iki taraftan insanlar daha yıllarca ölmeye devam ederdi. Kimse de hükümeti, bir devlet meselesi haline gelmiş ve kanıksanmış olan bu olayı niye çözmüyor diye suçlayamazdı. Dolayısıyla hükümetin bir çözüm süreci üretmesi ve sahiplenmesinin altında çok daha geniş bir tahayyül yattığını görmekte yarar var. AKP, bu sürecin sadece Kürtler için değil, uzun vadede başta İslami kesim olmak üzere herkes için dönüştürücü bir etki yaratacağının, devleti yeniden ve bir kez daha ‘doğru' değerler üzerinden kuracağının farkında. Tersten söylediğimizde de, Kürt meselesini çözmeden devletin ‘doğru' bir yapılanmaya devşirilmesi mümkün değil. AKP için ‘doğru' olanın muhakkak ki İslami bir temeli bulunuyor. Ama bu aynı zamanda ‘Osmanlıvari' de bir temel. Yani daha çoğulcu, hatta kozmopolit bir bölgesel dünya gücü olarak Türkiye hayali… Bu bakış Kürt siyasetindeki çok aktörlü durumun da etkisiyle, bugün alınan riski asgariye indirmeye çalışan bir strateji üretmiş durumda: Reformun yelpazesini genişletmek, sadece Kürtler için değil, herkes için ve özellikle de Kürt siyaseti istediği için değil, bizzat hükümet istediği için bu adımları atmak. Aleviler ve gayrimüslimler için bugüne dek esirgenen haklar, belki de sırası geldiğinde Kürt haklarına eklenmek üzere bekletildi. Hükümetin vermek istediği mesaj, bu iktidarın herkesin hak ve hukukunu bilip sahiplendiği ama kendi doğru gördüğü bir zamanlama ve koşul altında hayata geçireceğidir. Demokrat bir tutum olmadığı gerekçesiyle bu stratejiye itiraz edilebilir, ama hak vermenin risklerini tarihsel olarak içselleştirmiş olan bir kesimden, daha demokrat bir tutumun çıkmasının hayal olacağını ve bunun hak isteyenlerin tavrından bağımsız olmadığını görmekte yarar var.Hükümetin söz konusu yaklaşımı, reform adımlarının içerik ve zamanlamasının Kürt siyasetinin isteklerinden ille de bağımsız olduğu izlenimini vermeyi hedefliyor. Böyle bakıldığında yeni hazırlanan reform paketinin Kürt siyasetini tatmin etmek için çıkarıldığını söylemek zor olsa da, paketin açıklanma tarihinin hükümetin tasarrufunu Kürt siyasetinden bağımsızlaştırma amacını güttüğü rahatlıkla öne sürülebilir. Bu stratejinin başarılı olabilmesi ise her şeyden önce Kürt toplumunun paketi beğenmesine bağlı… Aksi halde PKK'nın tabandaki hoşnutsuzluğu siyasete tahvil etmesi en doğal hakkıdır.Diğer taraftan pakette olması gereken her şeyin olmadığı da biliniyor. Bu açıdan geçenlerde Arınç'ın “anadil ana sütü gibi helaldir” sözü en baştan söylenmesi gerekenin açık yüreklilikle seslendirilmesiydi. Çünkü Kürtlerin eksik bir paketi olumlu olarak görmelerinin tek koşulu, o pakette olmayan hakların da elde edileceğine olan inancın yaratılmasıdır. Eğer hükümet bizzat Başbakan'ın ağzından bu sözü sahiplenip Kürtlerin önüne bir ufuk koyabilirse, Öcalan'dan beklenen olumlu işlev de mümkün hale gelir. Aksi halde Kürtlerin giderek artan bir kısmı çekilmenin durmasını ‘normal' bulacaklardır.
↧