Beşiktaş-Galatasaray derbisi sahaya inen seyirciler yüzünden yarım kaldı. Polis soyunma odalarının önünde tedbir alıp gelenleri gaz ve güç kullanarak püskürttü, faciayı önledi.Aksi takdirde Allah korusun bizim de bir Heysel faciamız olacaktı. Klişe tabiriyle ‘istenmeyen olaylar’ çıktı. Söz konusu olayların gerçekten istenmediği konusunda ciddi şüphelerim var. Bu tür hadiseler bir defa olur, hakikaten istenmiyorsa tekrarlanmaması için tedbir alınır. UEFA Kupası yarı finali için İstanbul’a gelen iki Leeds United taraftarı sokak ortasında öldürüldü. Ne yaptık? ‘Two size’ diye manşet atan adamlar hâlâ gazetecilik yapıyor, ahkâm kesiyor. Bunlar uç örnekler, toplumun genelinin tavrı ne oldu? ‘Adamlar sarhoştu, sağa sola sarktı’ tarzında bahaneler ve örtüler üretildi. Velev ki söylenenleri yapmış olsunlar cezası ölüm mü olmalıydı? Zararsız hale getirmenin başka yolu yok muydu? Soruları bile sorulmadı. İngiliz holiganlar sabıkalı olduğunda halının altına süpürmekte zorlanmadık.2004 yılında Beşiktaş tribününde Cihan Aktaş isimli 16 yaşında bir genç bıçaklanarak öldürüldü. Peki, bu bize ders oldu mu? Fenerbahçeli Burak Yıldırım aynı yaşlardaydı. Bir Galatasaray derbisinden dönerken durakta katledildi. Kadir Ökçesiz, UEFA’nın Fener’e kestiği cezayı protesto ederken kendi takımdaşlarından birinin eliyle ölüme gönderildi. Listeyi uzatabiliriz. Saydıklarımı polisiye olay zannedip sadece güvenlik tedbirleriyle çözebileceğini ileri sürmek en hafif ifadesiyle saflık olur. Statlardan rakip taraftarı uzaklaştırdık, sorun yine çözülmedi. Ev sahibi takıma aynı yasağı getirsek de mesele hallolmayacak. Maçı şeref tribününde seyreden bir avuç yönetici kavga çıkarır bu defa. Problemin temeline inmiyoruz. Şiddetin işimize gelen kısmını meşrulaştırmayı en azından görmemeye çalışıyoruz. ‘Senin katilin, benim savaşçım’ ayırımı devam ediyor. Sen yakıp yıktığında vandalsın, terör estiriyorsun; ben yaptığımda meşru gösteri ve protesto oluveriyor. Yakılmış canlı yayın aracı önünde cebinde ‘gazeteci’ kimliği taşıyanlar hatıra fotoğrafı çektirmekte beis görmüyor.Şiddetin sanıldığının aksine eğitimsiz kitlelerin ayırt edici özelliği olmadığını araştırmalar gösteriyor. Bilakis beyaz yakalı eğitimli cenahın belli saatten sonra ‘kurt adam’ kimliğine büründüğü anlaşılıyor. Gazeteci, siyasetçi ve kulüp yöneticileri artık alıştığımız ‘istenmeyen’ olayların baş sorumlusu. Hakemin hatası, rakip takımın tahriki, armudun sapı, üzümün çöpü gibi listeler yapmaya başladığımızda duracağımız yer kalmaz. Kolombiyalı futbolcu Escobar’ın öldürülmesine kadar gider bu yol.Ama’lı cümleler kurarak, kitle goygoyculuğu yaparak mesafe alamayız. Hep aynı örnek veriliyor; fakat maalesef bizden gösterebileceğimiz bir numune-i imtisal yok. İngiliz Başbakanı Margaret Thatcher’ın Heysel faciasında takındığı tavır tek çare. Gerekirse bütün takımların canını yakma pahasına bu gidişe dur denmeli. Teknik adamlar dâhil futbolun bütün patronları canlı yayında dizilip özür dilemeli. Bir daha hakemi dövmek için üzerine yürümeyeceğine, rakip takımlar hakkında sportmenliğe sığmayan lakırdılar etmeyeceğine söz vermeliler. Medya da kahvehane ağzıyla ve amigo tarzıyla yayın yapmaya tövbe etmeli. Zaten kolay ateşlenen bir yapımız var; bari sorumluluk koltuğunda oturanlar körükle gitmesin.Sultan 2. Abdülhamit’e izafe edilen şu söz durumu güzel özetliyor: ‘Tarih değil, hatalar tekerrür ediyor.’ Gereğini yapmadan istenmeyen olaylar edebiyatına girişenleri artık dinlemeyeceğim.? b.korucu@zaman.com.tr
↧