Geçen pazar günü oynanan ve yüzlerce taraftarın sahaya inmesi üzerine tatil edilen Beşiktaş-Galatasaray maçı beni üzdü. Bir taraftarı olarak, Beşiktaş futbol takımının 76 bin seyircisinin önünde, üstün başladığı ve öne geçtiği bir maçı kaybetmesine, hükmen (3-0) mağlup ilan edilecek olmasına, sahasının da en az 5 maç kapatılacak olmasına, tabii ki, üzüldüm.Ama çok daha büyük üzüntüm, Türkiye’de profesyonel futbolun giderek spor, yarışma ve eğlence olmaktan çıkıp, takım taraftarlığının çeşitli toplum kesimlerini bütünleştirici niteliğini yitirip, aksine kutuplaşma, husumet, kavga, bazen cinayet vesilesi haline gelmesi ve Türkiye futbolunun kısmen bu nedenle uluslararası alanda giderek itibar kaybetmesi… Galatasaray, ikinci devredeki üstün oyunu ve Drogba gibi bir futbol virtüözünün katkısı ile maçı kazandı. Ama aklı başında GS taraftarlarının da takımlarının kazandığına sevinseler bile, yaşanan olaylardan futbol adına üzüntü ve endişe duyduklarından eminim.Şimdi olayları açıklamak için çeşitli teoriler ortaya atılıyor. Kulağıma gelenlere, gazetelerde okuduğuma göre başlıca iki teori var. Bir teoriye göre, kimileri hükümete tuzak kurdular; maçı taraftar-polis çatışmasına dönüştürerek Gezi Parkı protestolarının devamını tahrik etmek istediler. Başka bir teoriye göre, hükümet Beşiktaş’a tuzak kurdu; Gezi Parkı protestolarına destek vermesini cezalandırmak için önce Çarşı’ya karşı hasım bir taraftar grubu oluşturdular, sonra da pazar günkü rezaleti tetiklediler. Benim teorim ise Türkiye’de futbol taraftarlığının giderek artan fanatizmin pençesine düştüğü, son olayları yaratanların da fanatikler olduğu. Bu teoriyi belki en iyi ifade eden, saha işgalcilerinden biri: “Hakemler isyan ettirdi, sahaya atlamak zorunda kaldık…” Muhakkak ki doğası gereği dünyanın hemen her yerinde ve Türkiye’de en popüler spor olan futbolda, taraftarlığı fanatizme (körü körüne takım tutmaya) dönüştüren çeşitli etkenler var. Bunların başta geleni, futbolun siyasallaştırılması. Bu sürece 1990’larda hükümet öncülük etti. Futbol stadyumları, hükümet kararıyla, (PKK silahlı isyanına karşı bir çareymiş gibi) her maçtan önce İstiklal Marşı okutulmasıyla birer milliyetçilik ve militarizm arenasına dönüştürüldü. Yarısı yabancı oyunculardan oluşan futbol takımlarının her maç öncesinde İstiklal Marşı söylemesi gibi bir garabet ortaya çıktı ve (barış sürecine rağmen) bu garabet devam ettirilmekte.Takım taraftarlığını bir siyasi rant vesilesi olarak istismar eden, profesyonel futbola da burnunu sokan siyasiler ortaya çıktı. Uzmanlıkları ne spor, ne futbol olduğu halde, fanatik (yani, körü körüne) taraftarlık yapan, bundan popülerlik rantı bekleyen köşe yazarları ortaya çıktı. (Bunları gördükçe, büyük bir yanlış yaparak arada sırada yazdığım Beşiktaş yorumlarından tümüyle vazgeçtim.) Fanatizm böylece büyüdü. Rakip takımların seyircileri stadyumlara sokulmaz oldu. Taraftarlar, sonra aynı takımın taraftarları arasında kanlı bıçaklı kavgalar ve cinayetler başladı.Bir de topluma rol modeli olan siyasilerin, bütün toplumu kucaklayıcı bir söylem yerine, giderek tırmanan “ya bendensin ya karşımdasın…” “bizden olanlar-olmayanlar…” şeklinde toplumu kutuplaştıran, düşmanlık tahrik eden söylemlerini hesaba katın… Bu elim manzarada anlaşılmayacak bir durum yok. Fanatizmin her türlüsüyle mücadele etmek, topluma karşılıklı anlayış ve saygıyı telkin etmek zorundayız. Bu da her şeyden önce siyasilerin, hükümetin görevi.
↧