Ellerinde sarı-kızıl alacalı dağ alıçlarından halkalar...Boynunu burmuş masum kız çocukları, keskin bakışlarıyla, değneklerin ucunda uzatıyorlardı. Alıçlar ne kadar dağlarınsa, çocuklar da o kadar yaylalara, dağlara aitti. Alıç ne kadar yabaniyse, onlar da öyle riyasız. Yol kenarında ipe dizilmiş alıçlar satan kız çocukları, şu bizim hayatımızın kaygılarından, kirlerinden ve gürültüsünden ne kadar uzaktılar! Tıpkı alıçların, buralarda yiyip içtiklerimizden bin kere temiz ve tabii oluşu gibi. Alıç, eski, çok eski bir meyveydi artık bizim için. Şehirlilerin unuttuğu bir güz meyvesi… Tadını hatırlamak bile zaman ister şimdi. Biraz mayhoş olmalıydı ama illa ki bir serinlik verirdi ağıza. Eti budu neydi ki, minnacık bir meyvecik! Yaz, pılını pırtısını toplayıp gitmiş; yaylalarda, dağlarda son çobanlar, geç işçiler kalmıştır. Tepelerin, yamaçların umulmadık bir yerinde karşınıza çıkıveren çelimsiz, gösterişsiz bir ağaç, güneşin bütün pırıltılarını üzerine çekerek o küçücük meyveciklerini ışıldatmaktadır. Göç artığı bir zamanda, hiç ummaz ve beklemezken önüne çıkıveren bu güz armağanı karşısındaki insanın sevinci görülmeye değerdir. Yazın bütün güneşini içmiş alıçlar, güz serinliklerini de emerek yeni bir mevsim gibi ağzında erimektedir. Sulu, mayhoş ve dağ kokusunu duyuran rayihasıyla… ‘Sonbahar nedir hakikatte?’ deseler, hiç tereddüt etmeden, ‘alıç’ derdim. Bütün hamlığı, dağlardaki yalnızlığı, sarı-kızıl alacası ve mayhoşluğuyla güzdür alıç. Başka hiçbir şeyin olamayacağı kadar güz!.. O yabani, o dağ ve güz meyvesi alıç, şehirlere gelmekten sıkılır; çarşı pazarda görünmez pek. Dağ yollarında, güneş yanığı yüzlü çocuklar elinde ışıldaması bu yüzdendir. Onu bilen, seven ve arayan, kendi yamaçlarında bulacaktır. Bir zamanlar, köylerden şehirlere gelen anneler, oğullarına, torunlarına iplere dizilmiş hediyelik alıçlar getirirdi. Dağlardan şehirlere inecek en kıymetli hediye alıç olmalıydı. Bir mevsimi çekip getirir gibi evlere; bütün kalbini, sevgisini, birikmiş hasretini de ilave ederek... Hani, bir kıtlık yılında Yunus, çoluk çocuğuna erzak almak üzere, Hacı Bektaş’a gitmişti. Hacı Bektaş, dergâhına gelen yoksullara buğday dağıtıyordur o sıralar. Yunus, dergâha eli boş gidilmeyeceğini düşünüp, dağlardan topladığı bir heybe alıcı armağan getirir. Dergâhtakiler, Hacı Bektaş’a, Yunus adında birinin geldiğini, armağan olarak bir heybe dağ alıcı getirdiğini haber verirler. Hacı Bektaş’ın hoşuna gider, Yunus’un bu alçakgönüllü armağanı. Gereğince ağırlanır, giderken ‘himmet mi, buğday mı?’ istediği sorulur. Yunus, ‘buğday’ diyecektir. “Evde çoluk çocuğum açken himmeti neyleyim!” Yunus, dağlardan alıç getirenlerin piri olmalıdır. Ve öyleyse alıcın başka anlamları da vardır. En başta bir mevsimi getirmek, yeni bir haber gibi, şehirleri uyandırmak için. Sezai Karakoç, o benzersiz Yunus Emre kitabında, “Dağ alıcı hamlığı, işlenmemişliği, fakat orijinalliği ve kuvvetli bir tabiatı, sanat ve şairlik kabiliyetini temsil eder.” diyordu. Bugün, uzaklardan gelmiş bir dizi dağ alıcı masumiyeti, bozulmamış ve kirletilmemiş taşra köşelerini; çıkarcılık, ikiyüzlülük, dünyevilik bulaşmamış insan tabiatını temsil eder. Gidip darmadağın edemediğimiz, yüksek binalar dikemediğimiz, sularını kirletip kurutamadığımız uzak yerlerde hâlâ yabani bir hayat vardır. Kimsenin bilmediği yamaçlarda hâlâ hüdayınabit meyve ağaçları yaşamakta ve mevsimi geldiğinde varlığını bize hatırlatmaktadır. İyi ki uzak, erişilmez dağ başlarında yaşar alıç ağaçları. İyi ki yolunu izini kimsecikler bilmez şehirlilerden. Yoksa, Hikmet Birand’ın Dikmen alıcına yaptıkları gibi çoktan kuruturlardı kökünü. “Dikmen Alıcı” alıçların en meşhurudur öyle değil mi? “Dikmen’in ardındaki Çal dağının doruğunda yaşlı bir alıç ağacı vardır. Kuru dallarında solgun, allı yeşilli paçavralarla nice masum özlemlerin adakları bağlı kalan bir ağaç… Ben o ağacı çok severim. Ona ‘Dikmen Alıcı’ adını da ben taktım.” Gide gele dost ve ahbap olduğu, uzun uzun sohbetler ettiği alıç ağacı Birand’a, dermiş ki, “Bir gün gelirsin, bakmışsın ki ben yokum.” Bir gün gitmiş Birand, Çal dağının doruğuna, ağaç yerinde yokmuş. Alıç, şehirlilerin bilmediği bir dünyanın güz meyvesidir. Akledenler için, onun yabaniliğinde çok hikmetler vardır.
↧