Altmışlı yılların başında doğan on binlerce zeki ve genç dimağ bir darbe uğruna heba edildi.O dönemde askeri darbeye ihtiyaç duyanlar, lisede ve üniversitede okuyan öğrencileri birbirine düşürmüş, gencecik bir nesil vatan kurtarma ya da toplumsal bir devrim hülyasıyla yitirilmişti. O dönemdeki gençler, ya iyi eğitim alamadı, ya çatışmalarda öldü, ya tutuklanıp idam edildi, ya işkencelerde sakat bırakıldı ya da en güzel çağlarını hapishane köşelerinde geçirdi. Yakın dönemimizin ilk yitik kuşağıydı bunlar. Hepsi, yani ölen de öldüren de işkence görenler de sakat kalanlar da Anadolu’nun yoksul ailelerine mensup kavruk delikanlılardı. Elitlerin, zenginlerin çocuklarına bu yitik kuşak hiç değmedi. Onlar bu badireleri zayiatsız atlattı. Devletin ihtiyaç duyduğu darbe gerçekleşmişti ancak geride büyük bir gençlik enkazı kalmıştı.Seksenli yıllarda doğanları ise başka bir yitik hikaye bekliyordu. Türkiye’de irticanın hızla yayıldığına kanaat getiren devlet ya da devlet erkini kullananlar, imam-hatip okullarını kapatma kararı almıştı. Bu problem öylesine acildi ki, konunun sosyolojisini, psikolojisini bekleyecek zamanları yoktu. Sosyal adalet, öğrenciler arasındaki fırsat eşitliği gibi konulara kafa yoracak durumda değillerdi. Üstelik imam-hatibe gidiyorlarsa mağdur edilmeyi de baştan hak etmiş olmuyorlar mıydı? Bütün Türkiye, sekiz yıllık eğitime geçilerek imam-hatiplerin orta kısmının kaldırılmasına itiraz etti ama kimse devlete söz dinletemedi. Hele adaletin gözlerinin içine baka baka katsayı adaletsizliğini getirmeleri yok muydu, yüz binlerce imam-hatipli gencin önüne Çin Seddi gibi geçtiler. Türkiye’nin en zeki, en başarılı çocukları üniversitede okuyamadı. Devlet, dindar olduğunu düşündüğü için kendisine tehdit olarak gördüğü bir kesime karşı kasten fırsat eşitsizliği oluşturmuştu. Gelecekte üst düzey görevler alacak kapasitedeki öğrenciler ara kademe olmaya mahkum edilmişti. 28 Şubat bir neslin üzerinde büyük bir travmaya neden olmuş gizli çarpanları sadece evlerin duvarlarına çarpıp çarpıp geri dönmüştü. Devlet böyle olmasına karar vermişti bir kere... Kimi nasıl etkilerse etkilesin, kimin umurundaydı?Bugün de farklı bir yitik kuşak ortaya çıkmak üzere desem abartmış olmam sanıyorum. Doksanlı yılların ikinci yarısında doğan öğrenciler her gün değişen, her gün operasyona maruz kalan eğitim sisteminin en büyük mağdurları olarak karşımızda duruyor. 10 yıl içinde tam altı kere müfredat değişikliğine gidilmesi başlı başına bir garabet zaten. Geçen sene herkesin ısrarla itiraz etmesine rağmen 4+4+4 sistemini getirerek beş yaşındaki çocukları servislerde perişan edenler, 4. sınıftan 5. sınıfa geçen çocukların dev gibi problemlerle karşı karşıya kalmasına neden olmuşlardı. Okulu bitirdiler mi bitirmediler mi, şimdi nereye gidecekler, gittikleri okulda hangi konuları görecekler, gibi meselelere kafa yormak zorunda kalmışlardı. 4+4+4 sisteminin ne tür etkilere sebep olduğu ileride daha net ortaya çıkacak.SBS üzerinde sürekli oynamaların, sınav ve seçme biçimlerinin neredeyse her dönem değişmesinin, değiştirenlerin de bu konuyu tam olarak bilmemesinin gencecik ruhlarda ne tür kaygı bozukluklarına neden olacağını kimse hesaplamıyor. Liselere geçiş sistemi 10 yılda 4 kez, üniversitelere yerleştirme sistemi iki kez değiştirilirken bunun sınavlara hazırlanan öğrencilerde nasıl bir etki bırakacağını kimse hesaba katmıyor.Böylesine gel-gitli eğitim sisteminde öğrencinin en büyük yardımcısı olan dershaneler de ‘biz karar verdik’ denilerek kapatılıyor. Bu işin sosyolojisi, psikolojisi, sosyal etkisi, ekonomisi vs. hiçbir şey hesaplanmadan eğitimle bu kadar oynanmaz. Bu tutum, sadece yeni yitik kuşaklar ortaya çıkarır, başka da bir işe yaramaz.
↧