![]()
Bir yıl önce Türkiye’nin kredi notu kredi kuruluşu Fitch tarafından ‘yatırım yapılabilir ülke’ kategorisine yükseltilmişti. Mart 2013’te ise Standard&Poor’s not artırmıştı.Moody’s beklentilerle örtüşen bir tarihte ikinci ‘yatırım yapılabilir’ notu veren kuruluş olmuştu. Hiç şüphesiz bu not artışları kararları gecikmiş ama doğru kararlardı. “Not artış trendi devam eder, Türkiye kırılganlıklarını sona erdirir” demek isterdim. Ancak gelişen sürece göre verilen notları muhafaza etmek bile oldukça zor ve hüner işi. Kredi derecelendirme kuruluşları uzun yıllardan beri Türkiye’ye karşı önyargılı bakış açılarına sahip. Siyasi ve ekonomik menfaati olmaksızın bir not artışına şahit olmadım yıllardır. Üstelik hükümeti IMF anlaşmalarına zorlayan unsurlar arasında da hep not yetkilerini bir tehdit gibi kullanmışlardır. Fakat kabullenmek gereken bir şey var ki Türkiye son 10 yılda ekonomide çok şeyi başarırken kronik hastalığını henüz yenmeyi başaramadı. Son 10 ayda 75 milyar dolarlık dış ticaret açığı veren Türkiye, bütçe dengesindeki başarısını maalesef cari dengede ve dış ticaret dengesinde tutturamıyor. Üstelik dolar son bir yılda liraya karşı yüzde 15 değerlenmişken. Yüksek enerji faturasının yanı sıra ithalata olan ilginin devam ediyor olması Türkiye’nin kırılganlığını artırıyor. Bundan önceki yıllarda da bu kırılganlıklar dile getirildi, ama not artışları birbiri ardına gelmişti. Bu defa neden sıkıntı var veya derecelendirme kuruluşları tedirgin? Son olarak Standard&Poor’s kredi büyümesi devam ederse not indirimine gidebileceğinden bahsetti. Ayrıca dış şoklara dikkat çekti. Türkiye olası FED tahvil alım azaltmalarına hazırlıklı mı yoksa muhtemel bir gelişmekte olan ülke krizinde başı mı çekecek gibi sorular sürekli olarak dillendiriliyor ve açıkçası şirketler buna hazırlıklı mı bilemiyorum. Ancak Türkiye siyasi istikrarı ve reformlarla cari açık başta olmak üzere bu kronik hastalıklara karşı kendini korumayı başardı. Avrupa ve ABD’nin büyük bir krize girmesi de fonların Türkiye’ye yönelmesinde etkili oldu. Bir bakıma Türkiye, altının yaşadığı yükseliş trendine benzer bir gelişim kaydetti. Türkiye bu aşamadan sonra çok daha büyük sorunlarla karşı karşıya kalabilir. Çok dikkatli idare edilmesi gereken bir süreç. Aralık ayındaki FED toplantısından sonra ABD ekonomisindeki toparlanmaların Türk piyasalarında yabancı arzını artırma riski gözden kaçmamalı. Gezi olaylarından sonra kaçan 15 milyar doların Merkez Bankası’nın kasasına girmesi, rezervlerin haziran ayından bu yana 120 milyar dolardan 135 milyar dolara çıkmasını sağladı. Bunlar olumlu gelişmeler. Bu aşamadan sonra yabancı yatırımcılar FED politikalarındaki değişiklik ve faiz piyasalarındaki olası yükselişlere karşı Merkez Bankası’nın takınacağı tutuma göre hareket edeceklerdir. Merkez Bankası şimdilik faiz oranlarını baskı altına almayı başardı. Ancak not artışı değil de not azalışı fiyatlanmaya başlarsa yabancı yatırımcılar Türkiye’de satışa dönebilir. Hükümetin ve Merkez Bankası’nın cari açık ve kredi büyümesi ile ilgili alacağı tedbirler de bankacılık sektörünü olumsuz etkileyebilir. Piyasalar şimdilik bazı olumsuzlukları görmezden geldi ve cuma günü dolar gerilerken piyasalar da dış piyasalara uyarak toparlandı. Sonuç olarak aralık ayındaki FED toplantısında olası istihdam artışları sonrasında tahvil azaltım kararı gelebilir. Bu tarihe kadar piyasalar bu riski satın alacak mı, açıkçası bu ciddi soru işareti. ‘Piyasalar en doğrusunu söyler’ diyerek Borsa’nın bir süre daha 70 bin ile 80 bin puan aralığında dalgalanarak yönünü belirleyeceğini düşünüyorum. Not konusunda 3 Aralık tarihinde kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s de Türkiye’de bir konferans düzenleyerek değerlendirmeler yapacak. Beklenti o kuruluşun da krediler konusunda risk uyarıları yapacağı ve notu değiştirmeyeceği yönünde.Altının onsunu iki yılda yüzde 35 gerileten sebeplerİki yıl önce tüm rekorları altüst ederek onsu 1.920 dolara kadar yükselen altın, iki yıldır düşüş trendini sürdürüyor. Bir önceki çöküş seviyesi olan 1.180 dolara adım adım yaklaşan onstaki kayıplar altın yatırımcısını üzmeye devam ediyor. Bir analizimde dediğim gibi 1980 yılında rekorlar kırarak 1.000 dolara kadar fırlayan ons, takip eden 20 yıl boyunca bin doları görememişti. Şartlar belki o yıllardan farklı ama düşüşün sebepleri birden fazla. Birinci sebep olarak son 10 yılda 8 kat yükselen altın, yükselişin sebeplerinin yavaş yavaş ortadan kalkmasıyla rekor seviyelerden rekor satışla karşılaştı. İlk sebep Yunanistan’ın kurtarılması ve AB’nin anlaşarak kurtarma mekanizmasını çalıştırıp Euro’ya güven getirmesi. İkinci sebep FED politikalarından çıkış stratejisinin uygulamaya konulmasının ardından fazla likiditenin altından dolara doğru yönelmesi. Çin, Hindistan gibi altın ithal eden ülkelerin fiziki taleplerinin giderek arzın altına düşmesi. Altın fiyatlarının son düşüşlere rağmen 1.000 dolara kadar gerileme ihtimali. Spekülatörlerin altında satıcı konuma geçmeleri. İran-ABD yakınlaşması. Dolar ve Euro’nun giderek gelişmekte olan ülke para birimlerine göre değer kaybetme olasılığının artması. Son olarak 11 Eylül saldırıları sonrasında ABD’nin Bin Ladin sendromunu sona erdirmesi de onsun baş aşağı gitmesinde etken oldu. Önümüzdeki haftalarda özellikle aralık ayı ortasında yapılacak FED toplantısında tahvil alım miktarının azaltılmasıyla ilgili muhtemel bir karar öncesi 1.180 ons/dolar ikinci kez test edilirse şaşırmamak gerekir.