Üçüncü Sanayi Şûrası geçen hafta gerçekleşti. Şûra bünyesinde iki ana faaliyet serisi düzenlendi.Birincisinde, 6 ana oturumda, önce bir giriş sunumu yapıldı; sonrasında, şûra üyeleri, daha önceden hazırlanan komisyon rapor ve tavsiyelerini tartıştı. Bunların ışığında tavsiyeleri nihaileştirildi. Ele alınan altı ana başlık şunlardı: Bilimsel ve teknolojik gelişim-Ar-Ge ve inovasyon oturumu, kamu destekleri, etkileri, izlenmesi ve değerlendirilmesi oturumu, sanayide sürdürülebilir üretim, sanayide insan kaynakları ve istihdam, sanayi yatırım bölgeleri ve kümelenme, sanayi politikaları ve uluslararası rekabet. Bilimsel oturumlardan oluşan ikincisinde, yine aynı 6 ana eksen etrafında sanayi profesyonelleri ve akademisyenlerin sunduğu bildiriler tartışıldı. Birinci seride, sanayi politikaları ve uluslararası rekabet oturumunun giriş sunumunu Sanayi Bakanlığı benden istemişti. Sunum “klasik” sanayi politikası çerçevesi olarak sınıflayabileceğimiz “Japon modeli” üzerine kurulmuştu. Ben de, “klasik” ve “yeni” sanayi politikalarını ele aldım bu sunumda. Geçen hafta, sanayi sektörünün birkaç önemli sebepten dolayı Türkiye ve Türkiye ölçeğindeki diğer gelişmekte olan ülkeler açısından vazgeçilmez sektör olduğu üzerinde durulmuştu bu köşede. Bugün, sanayi politikaları tartışılırken o sebeplere sektörler arası öğrenme etkisi, bağlantılar, taşma, yayılma gibi etkileri de ekleyeceğiz. Hem Japon modeli, hem de bu etkiler daha önce bu köşede çeşitli vesilelerle ele alınmıştı. Sanayi, diğer sektörlerle kendi alt sektörleri arasında birçok bağlantıyı ve geniş bir öğrenme potansiyelini kapsıyor. Bugün Türkiye otomobil, hava araçları ya da nükleer reaktörleri yapıp yapmamayı tartışıyorsa, bu durum henüz tam olarak sanayileşemediği ve bu öğrenme etkilerini tam olarak kullanamadığı için oluyor. Sanayi politikaları işte bu öğrenme etkilerini, yayılma, taşma gibi etkileri etkin olarak kullanmayı sağlayan politikalardır. “Klasik” sanayi politikası ne değildir? Klasik sanayi politikasının “ne olmadığını” anlatmak oldukça kolay; “sanayi” politikası sanayileşmeyi kapsıyor ancak “sanayileşme” politikası değil. Yani, “herhangi”, ya da “her” sanayi alt sektörünün gelişmesini sağlamayı hedefleyen politikaların “sanayi politikası” olarak adlandırılmaması gerekiyor. Bu tip “genel” politikalar zararlı değil; ama “kaynak” etkin de değil. Kamunun kaynakları sınırlı olduğu için “her” sanayiyi desteklemeye çalışması büyük ihtimalle pek işe yaramayacaktır. Bunun yerine “klasik” sanayi politikalarının daha farklı bir “ruhu” var. Bu “ruh”, “önceliklendirmeye” dayanıyor: kaynaklarınızı hangi sektörlere odaklayarak “selektif” bir kapasite geliştirilmesini hedefliyorsunuz? ların belirlenmesiyle sonuçlanan dinamik bir süreci gerektiriyor. Bu durumda, tabii olarak “önceliklendirmeyi nasıl yapacaksınız?” sorusu öne çıkıyor. Sanayi politikası açısından, “stratejik” “alt-sektörlerin” belirlenmesi / önceliklendirilmesi bazı temel kriterler etrafında yapılabilir: Alt sektörün bağlantı yelpazesi: Alt-sektör hangi diğer sektörlerle girdi/çıktı ve “bilgi alış/verişi” sağlıyor. Bunlardan ikincisi daha önemlidir. Örneğin tersanecilik, malzemeden enerji mühendisliğine kadar çok sayıda alanla bilgi alışverişine sahiptir. Oysa, örneğin içecek sektörünün bu tür bağlantıları çok daha sınırlı. “Öğrenme derinliği”: Her alt-sektör aynı seviyede öğrenme fırsatı vermez. Örneğin bağlantı yelpazesi tersanecilik gibi çok geniş olan havacılık (ya da motor ya da otomotiv) alt-sektöründe insanoğlu olarak daha neredeyse hiçbir şey bilmiyoruz: uçaklar “ağır,” yavaş ve hantal, motorlar verimsiz vs. Bu iyi bir şey; uçak mühendislerine yüzyıllarca yetecek araştırma gündemi sunuyor havacılık. Yani havacılık sektörü öğrenme derinliği sunuyor bizlere. Dışsallıklar: Bağlantı yelpazesi ve öğrenme derinliğine ilave olarak alt-sektörün kendi öğrendiklerini bağlı olduğu diğerlerine müsbet dışsallık sağlama kapasitesi de o sektörün “stratejiklik” katsayısını artırıyor. Bu tür dışsallıklar, diğerleri yanında, eleman ya da doğrudan ürün taşınması şeklinde tezahür edebiliyor. Gelişme etapları, yeni sanayi politikaları Sanayi politikaları, Batıülkelerinde tekrar gündeme geliyor. Bizde de eş zamanlı olarak sanayi politikaları gündemde. Bu açıdan, Sanayi bakanlığı’nın son yıllardaki arayışları takdire şayan. Şûra’da divan Başkanlığı yapan Bakan Yardımcısı Prof. Dr. Davut Kavranoğlu’nun altını çizdiği gibi, bakanlığın isminin “Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı” haline getirilmesi ve TÜBİTAK’ın da bağlanması da bir vizyonun oluşmaya başladığının göstergesi. Nitekim, hem Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ve TÜBİTAK, KOSGEB gibi bağlı birimleri hem Kalkınma Bakanlığı ve Kalkınma Ajansları yenilikçilik, teknoloji gibi konulara ciddi kaynak ayırıyor artık Türkiye’de. Ancak, bugünlerde, Batıda tartışılan “sanayi politikaları” (bunları “yeni” sanayi politikaları olarak adlandırabiliriz) daha çok “teknoloji” politikalarını kapsıyor. Bu tip politikalar sınai yetkinliklerini belli bir seviyeye getirmiş ülkelerde daha iyi sonuç veriyor. Türkiye gibi temel sınai yetkinliklerini geliştirmesi gereken ülkelerde bu politikalar “klasik” sanayi politikası prensipleriyle harmanlanması gerekiyor. Dahası, sanayi politikalarının oluşma döneminde ülkemizdeki önemli problemlerden birisi de “koordinasyon.” TÜBİTAK gibi kuruluşları bir tarafa bırakın, kamu alımları yapan Devlet Malzeme Ofisi’nden Sağlık, Enerji ve Ulaştırma bakanlıklarına, yerel yönetimlere kadar birçok birim sanayi politikalarının tarafı esasında ancak bu farkındalık ve bunlar arasında bir koordinasyon yok denecek kadar az.
↧