Türkiye İstatistik Kurumu’nun 2011 yılına ait göç verileri, İstanbul’un nüfus itibariyle yoğun bir biçimde taşralaştığını gösteriyor.‘Milliyet’ gazetesinde bu verileri açıklayan sevgili arkadaşım Güngör Uras’ın bildirdiğine göre, İstanbul bir yılda 201 bin göç almış, buna karşılık 276 bin kişi de İstanbul’u terk etmiştir. Son 50 yılda İstanbul’a Anadolu’nun değişik şehirlerinden 11 milyon insanımızın göç ettiğini, TÜİK’in verilerine dayanarak açıklayan Uras, İstanbul’da yaşayan 14 milyon kişiden, İstanbul nüfusuna kayıtlı olanların sadece 2,5 milyon olduğunu [bunların arasında, İstanbul’lu olmadıkları halde nüfus kayıtlarını İstanbul’a nakledenler de bulunuyor]; İstanbul’da yaşayan Kastamonu’luların sayısının 520 bin, Giresun’luların sayısının 460 bin, Tokat’lıların sayısının ise 400 bin’i bulduğunu bildiriyor. Tuhaf ve manidar: Sivas’ın toplam nüfusu 640 bin, ama İstanbul’da yaşayan Sivas’lıların sayısı, 680 bin!Asıl mesele, elbette İstanbul’a Anadolu’dan gelen göç değil! İstanbul’u sadece demografik kriterlerle okumanın, bizi meselenin esasına ilişkin neticeye götürmesinin mümkün olmadığıdır. Asıl mesele, bir yandan İstanbul’un nüfus yoğunluğu itibariyle taşralaşması, öte yandan neredeyse sayıları yüzü aşan gökdelenleri, büyük ve gözalıcı alışveriş merkezleri ile ‘modern’leşmesi! Demografisi açısından geleneksel, yapılaşması açısından modern! İstanbul bu anlamda gerçek bir ‘ucube!’‘Geleneksel’ deyişim boşuna değil! Zira, İstanbul’un aldığı göçler dolayısıyla, erken dönem İslam şehirlerinin yapısını edindiği anlaşılıyor: Prof. Dr. W. Barthold’ün ‘İslam Medeniyeti Tarihi’nde belirttiğine göre, ‘Araplar medenî hayata [şehir hayatına H.Y] geçtikten sonra uzun zamanlar kendilerinin klan ve kabile hayatlarını muhafaza’ etmişler ve ‘bir şehir inşa olunduğu zaman her kabile için ayrı mahalleler tesis’ etmişlerdir. Barthold, ‘Birçok şehirlerde mesela Şam’da, şehrin umumî surundan başka ayrı mahalleler, hatta caddeler arasında kapılı duvarların bulunuşu’ndan da söz ediyor.İstanbul’un durumu da bundan temelde farklı değil. Erken İslam şehirlerinde yerleşim mekânı farklılığını belirleyen kabile ilişkisi idiyse, bugün İstanbul’da yerleşim mekânı farklılığını belirleyen hemşehrilik ilişkisidir: Gaziosmanpaşa’da Sivas’lılar, Avcılar ve Küçükçekmece’de Tokat’lılar, Bayrampaşa ve Fatih’te Kastamonu’lular, Bakırköy’de Malatya’lılar! Bugün İstanbul’da mekânsal yerleşimi belirleyen taşralılık hassasiyetidir. Ama asıl ilginç olan, Güngör Uras’ın dikkati çektiği gibi, İstanbul’luların da Kadıköy’de yaşamayı tercih edişleri…Görünüşe göre, İstanbul’un bu semtleri birer büyük ve ‘ucube’ mahallelere dönüşmüş bulunuyor. Bir tek aralarında ‘kapılı duvarlar’ yok!!!Türkiye’nin bana göre elbet, en değerli sosyologlarından biri olan rahmetli Prof. Dr. Mübeccel Kıray, 1974 yılında Amme İdaresi Dergisi’nde yayımlanan ‘Sosyal Yapı ve Nüfus Etkileşimi’ başlıklı makalesinde ‘bir sosyal yapıya şeklini veren değişkenler ve özellikler[in], birbiriyle tam bir karşılıklı etkileşim içinde ve birbirine bağımlı olan dört büyük grupta toplanabil[eceğini]’ bildirir ve bunları doğal kaynaklar, doğal kaynakları işlemek için kullanılan teknoloji, nüfus ve özellikleri, sosyal organizasyon ve elbette ‘bunların hepsinin etkileşiminden doğmuş değerler sistemi’ olarak belirler.Şimdi sormak gerekiyor: İstanbul, Kıray’ın sözünü ettiği bu ‘karşılıklı etkileşimi’ gerçekleştirdi mi?
↧