“Kürdistan” kelimesi kullanılabilir mi kullanılamaz mı? Son günlerde hararetle tartıştığımız konulardan biri de bu.“Kürdistan” teriminin Birinci Meclis’te kullanılıp kullanılmadığını şimdilik bir kenara bırakalım ve tarihin ne kadar derinlerine inebileceğimizi görelim.Tarihin en eski devirlerine inildiğinde bütün “milletler”in tarihi bulanıklaşır. 19. yüzyılda gelişen milliyetçilik akımı ve milliyetçi tarihlerin geriye dönük olarak bir “millet” tasavvur ettiklerini ve B. Anderson’un kullandığı anlamda “hayal edilmiş cemaatler” şeklinde milletlerin kurulduğunu, kurgulandığını ezcümle söyleyebiliriz.Bu, Türklük için böyle olduğu gibi Almanlık veya Fransızlık için de böyledir ve Kürtlük için de böyle olacağa benzemektedir. Dolayısıyla geçmişte kullanılan terimleri bugüne taşırken her zaman dikkatli olmamız gerekir.“Kürdistan” teriminin kullanımı da 16. yüzyılda veya Evliya Çelebi’nin yaşadığı asırda farklı, bugün ise farklı içeriklere bürünebilmektedir. Dolayısıyla Hakan Özoğlu gibi araştırmacıların belirttiği üzere “Kürdistan” diye belirli, değişmez ve içinde Kürtlerin yaşadığı belli bir sınırdan ve mutlak bir haritadan söz etmemiz mümkün değildir.Ancak “Kürdistan” tabirini ilk kez Arapların kullanmış olması dikkate değer. Bir idari birimi ifade etmek için bu terimi ilk kullananların Selçuklular olduğunu biliyorsak da, Sultan Sencer’in kurmuş olduğu “Kürdistan” bölgesi Zağros dağlarının doğu kısmında Hemedan yakınlarına rastlar. İlhanlıların hizmetinde çalışan Hamdullah Mustavfi’nin tanımıyla söylersek bu Kürdistan’ın sınırları Arap Irak’ı, Acem Irak’ı, Kuzistan, Azerbaycan ve Diyarbekir’i içine almaktadır (Hakan Özoğlu, Osmanlı Devleti ve Kürt Milliyetçiliği, 2005, s. 38-39).16. yüzyıl sonlarında kaleme alınan Şerefhan’ın “Şerefname”si Kürtlerin memleketinin sınırlarını Hürmüz Boğazı’ndan başlatır, Azerbaycan’dan Malatya’ya kadar uzatır. Bu üçgen içinde yaşayanlar Kürt’tür, onların oturduğu yer de Kürdistan’dır. Ancak bir sorun vardır. Bugün Zazaca konuşanlar Kürt sayılmamıştır.Ahmed-i Hani, Kürtler için bir tür özerklik istemiş ve aralarında uzlaşma ve dayanışma olsaydı Kürtlerin Rum, Arap ve Acemlere hizmetçilik ettireceklerini, bu gerçekleşince dini de, devleti de tamamlayacaklarını yazmıştır ama Kurmançi konuşanlara mahsus bir Kürtlük tanımı yapmış olması dikkate değer.Evliya Çelebi ve Kürdistan17. yüzyılda Evliya Çelebi “Kürdistan”ın sınırlarını kuzeyde Erzurum’a kadar çıkararak şöyle anlatır:“Büyük ülkedir. Bir ucu Erzurum, Van diyarlarından Hakkari, Cizre, İmadiye, Musul, Şehrizor, Harir, Erdelan, Derne, Derteng’i de içererek Basra Körfezi’ne kadar yetmiş konak mesafe sayılır. Arap Irak’ı ile Osmanlı arasında bu yüksek dağlar içinde altı bin adet Kürt aşiret ve kabilesi güçlü bir sed olmasaydı Acem kavmi için Anadolu’yu istila etmek çok kolay olurdu. (…) Ama bu Kürdistan’ın eni, boyu gibi geniş değildir…” (Aktaran: Özoğlu, s. 48.)Nitekim Kanuni de Fransuva’ya gönderdiği ünlü fermanında kendisini başka birçok yerler yanında Kürdistan’ın da hakimi olarak gördüğünü söylüyordu. Demek ki, Osmanlı Devleti Kürdistan’ı zikrediyordu fermanlarında ama burasını Selçuklular gibi idari bir birim olarak değil, coğrafî bir bölgenin adı olarak kabul ediyordu. Ta ki, Tanzimat’a kadar. Tanzimat’tan 8 yıl sonra, 1847’de bir “Eyalet-i Kürdistan”, yani Kürdistan Eyaleti kurulduğunu görüyoruz. 20 yıl gibi kısa sayılacak bir süre boyunca hayatta kalan Kürdistan Eyaleti’nin Bedirhan Bey isyanının bastırılması üzerine kurulması dikkat çekici. Sınırları da oldukça şaşırtıcıydı. Siirt’ten Kerkük’e doğru uzanan dar bir şeritten ibaretti ve Musul vilayetini, Hakkari’yi ve Süleymaniye’yi içine alıyordu.M. Kemal ve Kürtlere özerklik vaadiMustafa Kemal Paşa, 1919 Mayıs’ından sonra çeşitli konuşmalarında Kürtler ve Kürdistan kelimelerini kullanmıştır. Bunlardan Nihat (Anılmış) Paşa’ya gönderdiği emirlerde “Kürdistan’daki iç politika El-Cezire cephesi kumandanı tarafından koordine edilecek” diye yazabiliyordu. Hatta aynı emirlerde “Kürdistan’daki Kürtlerin himaye altına alınması”ndan da bahsetmekteydi. (TBMM Gizli Celse Zabıtları III, s. 551.)Nihayet 1923 yılının Ocak’ında İzmit’te gazetecilerle konuşurken söyledikleri… 15 Ocak günü İzmit Kasrı’nda Adnan ve Halide Edip (Adıvar), Ahmed Emin (Yalman), Velid Ebüzziya, Subhi Nuri (İleri), Yakup Kadri, İsmail Müştak, Falih Rıfkı (Atay) ve Kılıçzade Hakkı gibi gazetecilerle konuşurken Vakit Gazetesi Başyazarı Ahmed Emin Bey bir soru sorar ve der ki: “Kürtlük meselesi nedir?” Gazi Mustafa Kemal’in sonradan sansürlenen ve aslı ancak 1993 yılında ortaya çıkarılan cevabı önemlidir.“Binaenaleyh başlı başına bir Kürtlük tasavvur etmekten ise bizim Teşkilat-ı Esasiye Kanunu (Anayasa) mucibince zaten bir nevi mahallî muhtariyetler (yerel özerklikler) teşekkül edecektir. O halde hangi livanın (ilin) ahalisi Kürt ise onlar kendi kendilerini muhtar (özerk) olarak idare edeceklerdir. (…) Şimdi TBMM hem Kürtlerin ve hem de Türklerin sahib-i salahiyet (yetkili) vekillerinden mürekkeptir ve bu iki unsur bütün menfaatlerini ve mukadderatlarını tevhid etmiştir (birleştirmiştir). Yani onlar bilirler ki bu müşterek bir şeydir. Ayrı bir hudut çizmeye kalkışmak doğru olmaz.” (Eskişehir-İzmit Konuşmaları (1923), s. 104.)Tarih: Ocak 1923. Lozan görüşmeleri bütün hızıyla devam etmekte. Bu arada Kürtlere de vaatler yağmakta. Hatta Kürt milletvekillerinin ayrılıkçılığa sapmalarına mani olması için bizzat Mustafa Kemal tarafından Bediüzzaman Hazretleri Ankara’ya davet edilmişti (asıl niyeti fark ettikten sonra uzaklaşmayı tercih edecektir). Lozan’da Türkler ve Kürtlerin beraberliğinin sık sık vurgulandığı bu kritik aşamada Kürtlerin ayrılıkçı taleplerinin önünü kesmek gerekiyordu ve bu tür vaadler ve umutlar cömertçe sunulmaktaydı.Ancak yeni kurulacak Cumhuriyet’te kendilerine hakları, hatta özerklikleri verileceği beklentisiyle umut dolan Kürtler, halifeliğin kaldırılmasının ve yeni anayasanın laikliği getirmesinin ardından hayal kırıklığına uğradılar. Aldatıldıklarını düşündüler. Şeyh Said olayına giden yolu bu ümit kırıklıklarının döşediğini söylememize gerek var mı?“Kürdistan” tartışmalarını 1923’te dili kesilmiş olan bir ülkenin yeniden konuşmaya başlamasındaki acemilikle göğüslememizi anlıyoruz. Oysa tarih bize olayları daha geniş bir görüşle görme imkânını sunuyor.
↧