Geçen hafta Bilkent Üniversitesi’nde İhsan Doğramacı Barış Vakfı ile Alman Marshall Vakfı’nın düzenledikleri “Türkiye ve ABD’nin Ortadoğu Politikası” konulu akademik toplantıya katıldım ve “İlişkiler aşınıyor mu?” başlıklı bir konuşma yaptım.Başlıca argümanlarımı şöyle özetleyebilirim: Geçen ekim ayında ilişkiler üzerine yazılan yorumlara göz atacak olsanız, Türkiye–ABD ilişkilerinin yıprandığına dair yığınla yorumla karşılaşırdınız. Bu ayki yorumlarda ise ana konularda yeniden uyum sağlandığının vurgulandığını görürsünüz.İkinci Dünya Savaşı sonrasında gelişmeye başlayan ikili ilişkilerin tarihine bakılacak olursa, sürekli olarak iniş ve çıkışların yaşandığı hatırlanacaktır. Gerginlikler daha 1960’larda başlar. 1962 Küba krizi sırasında ABD’nin, Türkiye’yi koruyacağı varsayılan füzeleri kendisine danışmadan geri çekmesi, Ankara’nın ilk hayal kırıklığıydı. 1964’te Başkan Johnson’un Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahale için ABD’nin sağladığı silahları kullanamayacağına, Rusya’ya karşı NATO’ya güvenemeyeceğine dair mektubu, Başbakan İsmet İnönü’yü “Yeni bir dünya düzeni kurulur, Türkiye yerini alır” demeye kadar götürmüştü. İlişkilerdeki iniş çıkışların sıklığı ve tarafların pozisyonlarındaki makas açılmaları, Soğuk Savaş sonrasında giderek arttı. En büyük gerginlik, elbette ki, G.W. Bush’un Irak’ı işgal kararıyla ortaya çıktı. Ankara’nın işbirliğini reddetmesiyle ilişkilerde en sıkıntılı dönem yaşandı. Fakat Kasım 2007’de Erdoğan’la Bush’un Washington buluşmasıyla ilişkiler yeniden rayına oturduğu gibi, Obama ile birlikte ilişkilerde “Altın Çağ”dan, “model ortaklık”tan söz edilir oldu.Suriye’deki insanlık trajedisi konusunda ne yapılması gerektiği konusundaki uyuşmazlık; Erdoğan’ın Beşar Esad’ın (gerekirse silahlı müdahale ile) gitmesi konusundaki kararlılığı, buna karşılık Obama’nın kararsızlığı ve yalpalamaları ise yeniden, “İlişkiler aşınıyor mu?” sorularının sorulmasına yol açtı. Derken, Ankara’nın sert bir dönüşle siyasi çözüm arayışında Washington’a ayak uydurmasına tanık olduk. Son günlerde ABD Dışişleri Bakanı Kerry, ikili ilişkileri “çok hayati ve çok güçlü” olarak niteledi, Türkiye Dışişleri Bakanı Davutoğlu, iki ülke arasındaki “model ortaklığın sonsuza kadar süreceğini” söyledi.İlişkilerdeki iniş çıkışların sıklaşması ve sertleşmesinin nedenini müteveffa Samuel P. Huntington 1990’larda iyi teşhis etmişti: Türkiye’nin güçlendikçe ulusal çıkarları doğrultusunda bölgesinde daha büyük bir nüfuz arayışına girmesi kaçınılmazdı. 21. yüzyılda gözlenen ise ABD görece gerilerken, Türkiye’nin görece daha etkili bir oyuncu haline gelmesi. Demokrasisini yerleştirmesi, iyi düşünülmüş bir dış politika uygulaması, ayağını yorganına göre uzatması halinde Ankara’nın etkinliğini daha da artacağını öngörmek mümkün.Ben ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Victoria Nuland’ın teşhisinin doğru olduğuna inanıyorum: “ABD ile Türkiye arasındaki ittifak kesinlikle hayatidir, sadece ikimiz ve güvenliğimiz açısından değil, şimdilerde fırtınalı bölgede bir lokomotif olarak… Taktikler konusunda her zaman tam bir uyum içinde olmayacağız, ama genel strateji konusunda her zaman mutabıkız. Dolayısıyla, ne yapmak gerektiği konusunda açık bir diyalog sürdürmemiz gerekir…” (13 Kasım 2013)Nuland haklıdır. Barış ve istikrardan yana birer demokrasi olarak ABD ve Türkiye’nin ilişkileri, yalnız kendileri için değil Ortadoğu için de hayati değerdedir. Birbirlerini daha iyi anlamaları, taktiklerini yeniden düşünmeleri ve daha iyi eşgüdüm sağlamaları istenir..
↧