Lamiizade Abdullah Çelebi, Letaif’inde, kendi akranlarından olan değerli ilim ve hüner sahibi Samsoncuzade’nin başından geçmiş bir hikâye nakleder.Zayıf bünyeli ve ufak tefek bir adam olan Samsoncuzade öyle eli açık bir zat imiş ki, kadılık yaptığı zaman bile giyimi bir fakire benzer, evine fakir ve yoksul bir adam olarak döner, eşine bazen ekmek bile götüremediği olurmuş. Velhasıl cahillerin eli altın ve gümüş ile dolu iken onun yüreciği ciğer kanıyla dolar öyle yaşayıp gidermiş. Günlerden birinde devrin görkemli vezirlerinden ve ok atmadaki maharetiyle bilinen İskender Paşa’nın konağına çağrılmış. Zaman ve zamane gereği oraya kendisi gibi ilim erbabından, faziletli insanlardan, emsal ve akranından bazı zevat da gelmişler. Her birinde boy pos, kılık kıyafet, eda endam fevkalade gösterişli, herkeste bir heybet ve ululuk… Keramet cübbe ve sarıkta deyip takmış takıştırmışlar, giymiş yakıştırmışlar. Hani cahiller surete, bilgeler sirete bakarmış, hani halk dışından, irfan ehli içinden okurmuş ya, bizim Samsoncuzade artık bir müddet sabır ile onları izlemeye koyulmuş. Paşa hazretleri hepsini dinliyor, tebessüm ediyor, gönüllerini alıyormuş. Artık ortalığa saçılan iltifatlar, tabasbuslar, eğilip bükülmeler, kalkıp dikilmeler… Paşanın gözüne girmek için nükteli sözler, mest bakışlar, memnuniyet gösteren fısıldaşmalar, riyakâr dualar, duacılar… Herkes yiyeceklerden memnun, içeceklerden mest, sohbet sürerken meclise genç bir kemankeş pehlivan çıka gelmiş. Yanında dört de civan talebe ve omuzlarında çeşit çeşit kemanlar, her boyda ve incelikte oklar. Kemankeş, paşanın uzun ömrüne dualar, devletine senalar ile etek öptükten sonra talebelerin omuzlarındaki yayları meydana döküp herkesin gözü önünde özelliklerini anlatmaya başlamış. Bu hal paşanın pek hoşuna gitmiş. Pazusuna güvendiği belli imiş. Gerçekten de kemankeşin getirdikleri, devrin ender bulunan kemanlarından, nazik yapımlı zarif oklarından imiş, daha önce böyle güzeli görülmemiş. Adam boy boy yayları küçükten büyüğe sıralamış. En başa da gökkuşağını andıran büyükçe bir yay koymuş. Böyle bir kemanı çekecek pazu elbette her babayiğitte olamaz. Kendisi kolları sıvayarak yayı çekmiş ve başlamış anlatmaya. Özelliklerini, yapımını, ustasını, kaç menzil attığını vs. vs. Herkes hayran, dinlemişler. Sonra yanındaki kemanı eline alıp anlatmış. Yine aynı şekilde. Hangi ağaç veya kemikten yapıldığını, kaç gez atabildiğini, pazu kuvvetini ne kadar ölçebileceğini, hedefi nasıl vurduğunu derken büyükten küçüğe bütün kemanları bir bir tanıtmış, kendisi de sanat ve pazu gücüyle her birerini kurup çekmiş, dikelip çökmüş. Sonra da paşaya gelmiş sıra. O da her yayı eline alıp hedefe yöneltmiş, parmağındaki zıhgirin sesi kulağına girecek kadar çekip dinlemiş. O esnada kirişlerden kopan olmuş, peykânlardan çıkan olmuş. İkişer kat tuttuğu, ikişer ok attığı, tozunu kopardıkları, ortasından yardıkları olmuş. En sonunda herkesi hayran bırakan kemankeşliğiyle en küçük yayı kurmuş. Hayret!.. Bu keman diğerlerinden daha zor kurulabiliyormuş. Paşa onu da çekince şöyle kemankeşe bir aferin okumuş, kemanların hepsini satın aldığını söylemiş. Elbette herkes sevinçli, çünkü biraz sonra meclis dağılırken her konuğa birer tanesi de düşecekmiş. Paşa yerine oturup da neşeyle yeni bir sohbet konusu beklerken efendilerden birisi onun keman merakını gıdıklamayı ve konuyu köpürtmeyi istemiş olmalı ki; “Galiba sultanım, bu kemanlar içinde şu en büyük olandan itibarlı ve peklikte ondan ziyadesi yoktur!” deyivermiş. Paşa’nın bütün keyfi kaçmış. Meclisinde böyle adamlar olmasına üzülmüş ve hoşnutsuzluğunu sesinin tonuna yansıtarak cevap vermiş: “Yanılıyorsun efendi; Şu en küçük yaydan sağlamı ve o en büyük yaydan fenası yoktur. O büyük olan ancak bir kuru şöhret ve cüssesine bakarak aldanılan bir cüssedir ki işe yaramaz, manasız ve evinsizdir.” Ufak tefek yapısıyla mecliste kendini hakir hissetmiş olan Samsoncuzade tam o sırada taşı gediğine koymuş: “Paşa hazretleri! Bu mecliste bizim de durumumuz işte böyledir; başka türlü değildir.” İmdi; dünyada nice insanlar vardır; altın para üzerindeki nakış gibidir, itibar görürler ama gerçek değerleri dış görünüşlerindedir. Arifler ise zaruret elbisesini giyinik yaşarlar. Şekli delil ve ölçü kabul edip her güzel görünende mânâ beklememek gerekir. Bir şey güzel olabilir ama iyi ve yararlı olmayabilir. Dünyada saçma sapan nice sözler herkesin ilgisini çeker ama sen akıllı isen ibretli ve hikmetli olanı seç. Görünüşe aldanma ki doğ-ruyu görene adam derler.
↧