Bunda şaşılacak bir durum yok ama Türkiye yine çok ciddi bir meselesini düzleminden kopararak, siyasetin dağdağalı sularına mahkûm ederek tartışıyor.Aslında tartışıyormuş gibi yapıyor ve her zaman, her meselede olduğu gibi beyhude enerji kaybediyor. Bu tür bir tartışmadan hayırlı bir sonuç çıkması mümkün görünmüyor. Konu dershaneler ve ne yazık ki günlerdir fikir beyan edenler, hele “dönüştürüyoruz” adı altında, kanun marifetiyle bu kurumları kapatmaya kararlı görünen hükümet yetkilileri, konuştukları alanda sağlıklı bilgilere sahip değil. Beyanları eksik, hatalı ve bazen de hayali bilgilere dayanıyor.Daha başta, Başbakan’ı yanıltıp milletin gözü önünde “Bizden önce sınavlarda dershane müfredatına göre soru soruluyordu.” şeklinde garip ve asılsız bir beyanat verdirdiler. Eğitim dünyasında alay konusu olan bu ifadenin mesnetsiz olduğunu bilmek için eğitimci olmaya gerek yoktu. Kuruluşlarından beri bütün dershaneler müfredatlarını Milli Eğitim’e göre hazırlar ve her öğretim yılı başında onaylatırlar. Böyle bir iddianın Sayın Başbakan tarafından dillendirilmesi tam anlamıyla talihsizliktir. Sayın Başbakan’ın argümanlarından biri olan “Dershaneler bir şey öğretmiyor, üç-beş ayda sadece test tekniği öğretip öğrencilerin başarısını sahipleniyor.” cümlesi de gerçekle bağdaşmıyor. Bütünüyle “eğitim”i ilgilendiren bu tartışmanın serinkanlılıkla, uzmanlıkla, bilgiyle yapılması gerekir. Fakat görüyoruz ki, hem hükümet kanadı hem de hükümet yanlısı yayın mecraları, ısrarla asıl zeminden kaçıp konuyu siyasi alana çekmeye çalışıyor. Saptırmadan tartışalım: Mesele, demokratik bir ülkede, yasal yollarla açılmış ve denetlenen eğitim öğretim kurumlarının kanun zoruyla kapatılması mıdır, değil midir?Milli Eğitim Bakanı Sayın Nabi Avcı da ne yazık ki dershaneler hakkında peşin fikirlere ve eksik bilgiye sahip. Avcı neredeyse, dershanelerin çocukları zorla sınıflara tıkıp onların hafta sonlarını beyhude işgal ederek hayatlarını kararttığına inanıyor. Sayın Bakan keşke bunu bir de velilere, öğrencilere sorsaydı. Bunu yapabilseydi, bu kurumlar bu denli itibarsızlaştırma kampanyasına maruz kalmaz ve konu böylesine rayından çıkmazdı. Avcı, “Çocukların hobilere ayıracak zamanı olacak” diyor. Gazeteler bu konuşmayı, “Dershaneye değil, hobilere…” spotuyla verdi. Buna kimin itirazı olabilir? Çocuklar keşke hobilerine ayıracak vakit bulabilse, hafta sonlarını aileleriyle geçirebilselerdi. Geçiremiyorlarsa bunun suçlusu dershaneler midir, yoksa devletin eğitim ve sınav sisteminin kendisi mi? Ders ve konu eksikleri olan, kendilerini sınava daha iyi hazırlamak için takviyeye ihtiyaç duyduğu için yardımcı bir kuruma başvuran öğrenciye, “buralara gitmeyin, vaktinizi ailenizle geçirin” demek ve engel olarak dershaneleri işaret etmek nasıl bir mantığın eseri olabilir? O zaman, öğrencilerin Sayın Bakan’a dönüp şöyle demeleri kaçınılmazdır: “Güzel söylüyorsunuz Sayın Bakanım fakat siz sınavda gelip doğru cevapları kulağımıza fısıldayacak mısınız?” Sayın Bakan öğrencilerin bu talebine “evet” diyebiliyorsa, hepimiz düğün bayram edelim. Değilse, bütün bu temenniler, Sayın Avcı’nın romantik hayallerinden öte bir anlam taşımıyor ne yazık ki.Dershaneler, resmen “itibarsızlaştırma” kampanyasına maruz bırakılıyor. Sayın Başbakan, “dönüştürme”den söz ederken, kentsel dönüşüm örneğini verdi ve gecekondular nasıl kentsel dönüşümle ortadan kaldırılıp yerine modern binalar yapıldıysa, ‘merdiven altı’ konumundaki dershanelerin de okula dönüştürüleceğini söyledi. Dershaneleri “gecekondu” ile ilişkilendirmek büyük haksızlıktır. Bu kurumlar, devletin izniyle kurulmuş, müfredatları bakanlık tarafından onaylanmış, hem Maliye hem de Milli Eğitim tarafından denetlenen, devlete milyonlarca TL vergi veren eğitim merkezleridir.İşin gerçeği, “gecekondu” olmak bir yana dershaneler, eğitim ve öğretimde “yenilikçi” ve “dinamik” kurumlardır. Eğitimcilerimiz, bu alanda küçümsenemeyecek bir birikim, tecrübe ve dünya ile boy ölçüşebilecek beyin gücüne sahiptir. Dershaneler, eğitim öğretimde teknoloji kullanımına özel okullardan da önce başlamış; Türkiye’ye akıllı tahtayı, dijital metotları, ölçme değerlendirme tekniklerini getirmiş ve öğrencilerini bu imkânlardan yararlandırmıştır. Bu sayede gençlerin ufkunu açmış, öğrenme ve kavrama becerilerini yükseltmiş, onların üniversiteye daha donanımlı bireyler olarak yerleşmesinde katkı sağlamıştır. Bu kazanımları sağlayan kurumlar, itibarsızlaştırmayı değil, tebrik ve teşekkürü hak ediyor. Dershaneler, teknoloji kullanımındaki öncülüğünün yanı sıra, yetişme çağındaki gençlere çağdaş anlamda rehberlik hizmeti de sunar. Profesyonel rehberlik servisleri, uzman eğitimciler ve danışman öğretmenlerle gençlerin sadece ders değil, her türlü psikolojik ve sosyal sorunlarına çözüm ararlar. Kısacası, dershaneler hem bina hem araç gereç hem de öğreticiler açısından son derece donanımlı kurumlardır.Bütün bunlardan sonra, gelelim şu sihirli “dönüştürme” meselesine. Açıkçası, eğitim sektöründe kimse “dönüştürme”ye inanmıyor. Çünkü bu teklifin gerçekleşebilirliğini sağlayacak bir zemin yok. Eğitimciler, sektör temsilcileri bunun, Haşim Kılıç’ın anayasa hazırlık çalışmalarındaki hayal kırıklığını anlatmak için söylediği gibi, yeni bir “evlilik vaadiyle kandırma” vakası olacağına inanıyor. “Dönüştürme” sözü aslında “kapatma” anlamına geliyor. Bugüne kadar her platformda ifade edildiği gibi dershanelerin çok büyük bölümü okula dönüşmeye elverişli değil. Pek çoğu halihazırda kullandıkları kredi borçlarını ödüyor ve yeni borçlanmalara tahammülleri yok. Bu kadar dershaneye okul açmaları için arsa tahsisi ise hayalî görünüyor. Mevcut özel okulların neredeyse yarı kapasiteyle işletiliyor olması da özel okula dönüşme fikrinin reel olmadığını gösteriyor. Sektör temsilcileri, kanun çıktıktan sonra hükümetin kendilerini kaderleriyle baş başa bırakacağından endişe ediyorlar ki, haksız sayılmazlar.Bu, olayın dershaneler ve eğitimciler açısından yaşanacak mağduriyet ve güvensizlik boyutu. Bir de öğrencilere, ailelere bakan yönü var. Liselere ve üniversiteye giriş sınavları kaldırılmış değil. Yakın gelecekte kaldırılması da mümkün görünmüyor. Sınavlar olduğu sürece yarış da kaçınılmaz. Bu yarış elbette takviyeyi şart kılacak. Okullar en mükemmel eğitimi verse bile, her öğrencinin anlama ve kavrama kapasitesi, test tekniği becerisi aynı olmadığından mutlaka yardımcılara ihtiyaç olacak. Aileler, bu ihtiyacı, güvendikleri, deneyimli, donanımlı kurumlardan almak isteyecekler. Devletin, bu talebi karşılayacak kurumlara hayat hakkı tanımaması, halkın önündeki seçeneği ortadan kaldırmak anlamına geliyor ki, demokratik bir ülkede bunu izah etmek hayli güç. Hükümetin, eğitimdeki sorunları çözerken, işe en sondan, takviye işlevi gören dershanelerden başlaması oldukça şaşırtıcı. Dershanelerin sebep değil, bir sonuç olduğunun bilinmemesi mümkün olmadığına göre, kamuoyunun “dönüştürme” konusundaki şüpheleri haklı çıkıyor. Aklı başında herkes ‘kapatma veya dönüştürme mümkün değil’ derken, “biz biliriz, iyi biliriz, çok iyi biliriz” yöntemiyle hareket etmek, demokratik anlayışı ve kamu vicdanını zedeliyor. Dershaneler, elbette vazgeçilmez ve ebedi değildir. Neticede her şey insan için, toplumun ve nesillerin daha mutlu, müreffeh bir hayat sürmesi içindir. İhtiyaç kalmadığında dershaneler kendiliğinden dönüşecek veya kapanacaktır. Dershaneler, okulların alternatifi de olmamıştır; bütün dünyadaki örnekleri gibi ihtiyaçtan doğmuş, takviye amaçlı özel öğretim kurumlarıdır. Çocukların bütün başarısını buralara borçlu olduğunu söylemek haksızlık olur. Eğitimciler, bunun böyle olmadığını bilir ve bu tür söylemden ısrarla kaçınırlar. İddia edildiği gibi dershane meselesi Türkiye’de sadece bir cemaat ya da camianın tekelinde de değildir. Binlerce dershaneyi temsilen bir araya gelen platform, her görüş ve düşünceden insanın içinde olduğu bir yapıdır. Onlara kulak vermek, meselenin çözümünü kolaylaştıracaktır. Demokratik ülkelerde sorunlar, “biz kararımızı çoktan verdik” mantığıyla çözülemez. Hükümet biz görüştük, onlar da dönüşümü istiyor dese de platform temsilcileri olayın böyle olmadığını söylüyor.Bu kadar karmaşık, çok fazla paydaşı olan ve halihazırda toplumun acil talebi bulunmayan bir konuda acil “çözüm” ısrarı ve bunun da “dönüştürme” adı altında “kapatma” yoluyla yapılması nereden bakarsanız garipliklerle dolu. Sözün sonunda yine başa dönersek, konuyu kendi bağlamından çıkararak, siyasi arenada söylev ve demeçler yoluyla tartışmak son derece sığ ve tehlikeli bir durum. Hele “çocuklar dershaneye gitmesin şeker de yiyebilsinler” tarzı bir romantizm, realiteyle hiç mi hiç bağdaşmıyor, bir çeşit göz boyama ile sadece geçici bir rahatlık sağlıyor. Keşke “çözüm” bu kadar kolay olsaydı!
↧