Cumhuriyet dönemi, yeni rejimin ideolojisinin kanonlaştırdığı resmî edebiyat dışında kalan ne varsa, tümünün göz ardı edilmesine ilişkin dayatmalara rağmen, Divan edebiyatı üzerine en verimli ve en değerli çalışmaların yapıldığı bir dönem oldu.Paradoks gibi görünüyor, ama doğrudur: Divan şiiri, Osmanlı’nın temsili ile aynîleştirilmiş, Ziya Paşa’nın ‘Şiir ve İnşa’ makalesindeki inkârcı Tanzimat zihniyeti, Kemalizmin edebî kanonuna bir fikrî arkaplan oluşturmuştur. Osmanlı’ya karşı olmanın Divan edebiyatına karşı olmak anlamına geldiği bir anlayış! Resmî ideolojinin tipik özelliği: İngilizlerin deyişiyle, ‘Eğer yaratamıyorsan, taklid et! [‘If you can’t create, imitate!’] Ziya Paşa’nın ‘Şiir ve İnşa’daki yaklaşımının temellük edinilmesinde olduğu gibi sadece ‘taklid’le yetinilse, yine de anlaşılır bir durum olurdu: Ama taklid’e bir de ‘yasak’ eklenmiş; modernlik, ‘taklid’ ve ‘yasak’ ve ‘göz ardı etme’ üzerine inşa edilmiştir. Bütün bu olumsuz koşullara rağmen, Divan şiiri üzerine bu kertede yoğun entelektüel çalışmaların yapılmış olması gerçekten bir mucizedir. Fuad Köprülü ve ondan sonra gelenler Ali Nihad Tarlan, Fahir İz, Orhan Şaik Gökyay, Hikmet İlaydın ve Abdülbaki Gölpınarlı! Onların ve başkalarının öncü çabaları olmasa, Divan edebiyatı, herhalde, göz ardı edile edile kaybolup gidecekti. Sözünü ettiğim bu nesil, ilk ve orta öğrenimlerini Osmanlı mekteplerinde tamamlamış; hem Doğu’nun hem Batı’nın, ama özellikle geleneksel edebî müktesebatımızın künhüne vâkıf insanlardır. Şimdi Batı’nın entelektüel geçmişine nüfûz edebilmek imkanına sahip olmak, bugünkü şartlar muvacehesinde nispeten daha kolay olmakla birlikte, aynı şeyi bizim geçmiş kültürümüzün temellük edilmesi bakımından öne sürmek pek mümkün değildir. Abdülbaki Gölpınarlı Hoca’yı tanımış olmak benim için bir bahtiyarlık vesilesidir. 1960’lı yılların başında, Babıâlî erbâbının, özellikle öğle yemeklerinde müdâvimi olduğu ‘Kebabcı Muzaffer’in Cağaloğlu’ndaki ‘Sofra’ lokantasında, Bakî Hoca’nın uzun sohbetlerinde, onu dinlemek imkânını bulmuştum. Ama o yıllarda, yakın çevresinde hukuk profesörü merhum İsmet Sungurbey, Doğan Hızlan, Konur Ertop ve Nureddin Kalkandelen vardı. Bu insanlara bizim, ama şahsen benim, çok şey borçlu olduğumu söylemeliyim. Gerçi Baki Hoca’nın ‘Divan Edebiyatı Beyanındadır’ını ilk okuduğumda irkilmiş, Divan şiiri konusunda bunca büyük katkıları olan bir âlimin bu kitabı nasıl yazabildiğine şaşırıp kalmıştım. Sadede geliyorum: Sevgili kardeşim Prof. Dr. Ahmed Güner Sayar, Abdülbaki Gölpınarlı üzerine bu yakınlarda, bana göre elbet, çok önemli bir çalışma yayımladı [Ötüken Yayınları, 2013]. Prof. Sayar’dan önce de Harvard Üniversitesi Yakın Doğu Dilleri ve Medeniyetleri Enstitüsü’nün rahmetli Prof. Dr. Şinasi Tekin ve Gönül Alpay Tekin’in editörlüğündeki ‘Journal of Turkish Studies’ dergisinin 19. ve 20. ciltleri ‘Abdülbaki Gölpınarlı Hatıra Sayısı’ olarak yayımlanmıştı [1995,1996]. Sevgili dostlarım A.Turgut Kut ve Prof. Dr. Günay Kut’un misafir editörlüğünü yaptıkları bu iki cilt, Bakî Hoca’ya gösterilen büyük bir kadirşinaslık örneğidir. Bir büyük kadirşinaslık örneğinden, Prof. Dr. Ahmed Güner Sayar kardeşimin ‘Abdülbaki Gölpınarlı’ başlıklı o çok seçkin ve değerli çalışmasından önümüzdeki hafta daha ayrıntılı söz edeceğim.
↧